"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kemalizm dayatması varken hiçbir kalıcı iyileşme sağlanamaz

29 Nisan 2020, Çarşamba 00:02
Anayasa hükümleriyle bilhassa eğitimde her kademede ve siyasette bütün siyasî partilere Kemalizmi dayatan anlayış yerinde durduğu sürece kalıcı bir iyileşme beklemek mümkün görünmüyor.

Dr. Adnan Küçük’ün Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde verdiği seminerden notlar (2)
HABER MERKEZİ - ANKARA

***

KEMALİZM DAYATMASI VARKEN HİÇBİR KALICI İYİLEŞME SAĞLANAMAZ

Soru: Laiklik tarifiniz oldukça ayrıntılı ve güzel oldu. Anladığımız kadarıyla bir laiklik anlayışı demokrasi ile uyumlu laiklik iken diğeri demokrasi ile çatışan laiklik. Bu birinci tür laiklik için ne lâzım? Devletin ideolojisi meselesini burada nereye koyacağız?

Cevap: Evet elbette din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan bir laiklik anlayışına geçilmesi lâzım. Bunun için de devletin ideolojik bakış açısından kurtulması lâzım. Anayasa hükümleriyle bilhassa eğitimde her kademede Kemalizmi dayatan anlayış ve siyasette bütün siyasî partilere Kemalizm’i dayatan anlayış yerinde durduğu sürece kalıcı bir iyileşme beklemek mümkün görünmüyor.

Devletin resmî ideolojisinin olduğu bir ülkede çoğulcu anlayış yaşatılamaz. Bizde cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ideolojik anlayış devlete hâkimdir. On sekiz senedir kısmî iyileşmeler oldu ise de, bu anlamda yeterli düzeyde bir mesafe alamadık. Uzun süre gayret etmemize rağmen netice alamadık. Anayasadaki Başlangıç kısmı ve 68. ve 69. maddeler ve bütününe sirayet eden ideolojik ruh sürüyor. Toplumun ve siyasetin Anayasa değişikliği meselesini yeniden gündeme alması lâzımdır. Kısaca Türk toplumunun, askerî anayasal düzene son vererek sözleşme yöntemiyle, anayasal demokrasi zemininde yeni bir anayasa yapması icap ediyor. Anayasaya hâkim olan ruh, belli bir resmî ideoloji değil, çoğulculuk ve hukuk devleti olmalıdır.

Soru: Batının bizde Laikliğin ve din ve vicdan hürriyetinin uygulanamayacağına yönelik bazı önyargıları, bilhassa IŞİD vs. sebebiyle yaptıkları itirazlar haklı mıdır?

Cevap: Elbette haklı değil. Çünkü din ve vicdan hürriyeti bütün dinlerin ve bilhassa İslâm’ın temel değerlerinden biri. Zira din samimiyettir. Samimiyet ise hürriyetle olur.

Bu konularda bazen algılar bilgilerin ve olguların önüne geçiriliyor. Samimî muhafazakârlar hileyi pek bilmiyorlar. Bu sebeple de algılara kurban ediliyorlar.

İslâm algısı elbette önemli. IŞİD’in, El Kaidenin ve diğer silâhlı cihad gruplarının kurucuları ve başındakiler, belli ki kullanışlı insanlar. Bu örgütlere İslâmî demek aslında mümkün değilx ama maalesef deniyor ve bu imaj İslâm’a zarar veriyor. Zaten bu maksatla kurulmuşlar ya da destekleniyorlar.

Aynı şekilde cemaat görünümlü bazı yapıların bilhassa bazı devletlerin istihbarat örgütleri tarafından operasyonel maksatlarla kullanılması mümkün. Burada da cemaatlere büyük görev düşüyor. “Küresel oyuncu” gibi roller çok tehlikelidir. Zira sizi birileri kendi oyununda oyuncu olarak kullanabilir. Asıl amacını gizleyerek yapacağı işlere bahaneler hazırlamak için samimî insanların kontrolsüz duygularını kullanmaya yönelebilir. Tarihte de böyle olmuş.

Soru: Yakın tarihimizde cumhuriyetin başından bu yana Üstad Bediüzzaman dahil çok kişiler ve cemaatler gizli ajanda sahibi olmakla ve devleti ele geçirmekle itham edilmişler. Nasıl önlenebilir?

Cevap: Cemaatlerin amaçları itibariyle şeffaflığı çok önemli. Cemaatler dünyevî amaçları elde etmek için uygun mekanizmalar haline dönüştürülmemeli. Dindarlara devlet eliyle verilen imkânlar aslında samimî dindarlığı yok ediyor. Bugün de bu noktadayız. Görünüşte bu daha iyi olacakmış gibi görünüyor, ama aksi oluyor.

Nur hizmetinin özü de “devlet bize imkân versin, para versin biz de bununla din hizmeti yapalım” şeklinde değil. Aksine sivil ve müstağni kalalım ve din hizmetini ihlâsla yapalım demişler ve demeliler. Elbette yaşamak anlatmaktan daha etkili. Dindar insan dindarlığın gereğini yapabilmeli ki anlatmaya bile ihtiyaç kalmadan örnek olabilsin.

Esasen Osmanlı Devleti’nde de devlet ve padişah din hizmeti yapmamış. Din hizmeti yapan sivil kanaat önderlerinin önünü açmış, onlara fırsat sağlamış, buna uygun bir kamu düzeni kurmuştur.

Siyasî iktidarlar toplumun aynasıdır. Toplumsal deformasyon siyasete de aynen yansır. Demek biz millet olarak iyi olacağız ki siyaset ve devlet de iyi şeyler yapabilsin. Bunun için de nefsimize dönmemiz, nefsimizi ıslah etmemiz, inandığımız gibi yaşamamız lâzımdır.

Bir de cemaatlerin, önlerine gelenlerden, sürekli olarak para ve benzeri maddî menfaatler isteyen organizasyonlara dönüşmemesi de lâzım. Para işi öne çıktığında sanki cemaatin varlık sebebi ve asıl maksadı buymuş gibi anlaşılıyor. Bir nevi dinî hizmetler, para mukabili yapılmış gibi oluyor. Oysa, hizmette muvaffakiyetin sırrı, rıza-yı İlâhidir. Dinî hizmetlerin ücreti uhrevî olmalıdır. Hasbî ve samimî olarak himmette bulunmak isteyenler elbette ki hizmetlere katkı sağlayabilirler. Bunu da sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde yaparlar.

Soru: Cemaatlerin tam olarak legalleşememesinin sebebi nedir?

Cevap: Devlet, kuruluşunda, din olgusunu cemaatler ve benzeri ara katmanlar olmadan sadece devlet ve fert ilişkileri olarak tarif etmiş. Dini kendi tekeline almış. Açıktan dinsizlik yapmamış, ama dini kontrolüne alarak devletin hizmetinde kullanılabilecek bir sosyal olgu olarak görmüş. Bu sebeple de elbette dini tahrif etmeye de yönelmiş, din adamından işine gelen şekilde fetva almaya da çalışmış. Bugün de benzer şeyler olabiliyor. Dini devletten uzak tutabilmek bu anlamda dini tahriften de korumayı sağlar.

Sıkıntı sadece devlette değil. Cemaatlerin de devleti hizmetkâr devlet olarak görmesi ve doğru yerine koyması lâzım ki olağan bir ilişki dönemine geçilebilsin. “Devlet benim elime geçse iyi olur” diyerek kurulu düzeni bozan ve birbirine çelme takan cemaat mensupları da aslında dine zarar veriyor. Narsisizm tehlikelidir. Sadece kişiler için değil gruplar için de böyledir. Irkî narsisizm gibi cemaat narsisizmi de tehlikelidir.

Bilhassa devlet yetkisini elinde tutan dindarlar bu hassasiyeti doğru şekilde kurabilirse iyi olur. Aksi halde sonu çok daha vahim olabilir.

Soru: Demokrasi ile laiklik arasındaki ilişki nedir?

Cevap: “Demokrasi ile laiklik çeliştiği takdirde laiklik tercih edilmeli ve demokrasiden vazgeçilmelidir” diyenler militan ya da felsefî anlamda laiklik taraftarlarıdır. Aksine, “demokrasi laiklikle çatışmaz, çatıştığı varsayılsa dahi hukuk devleti ve demokrasi önde gelir” diyenler laikliğin din ve vicdan hürriyeti boyutunu öne çıkarmış demektir. Birincide dışlayıcı laiklik, ikincide pasif laiklik söz konusudur. Her durumda laikliği korumak demek demokrasiyi korumak manasına da gelmemektedir. Malûm, eski Sovyet rejimi de laik idi, ama ne demokrasi ne de din ve vicdan hürriyeti mevcuttur. Anayasal demokrasisiz laiklik otoriter ya da totaliter rejime yol açar. Bu zeminde laikliği savunmak, din ve vicdan hürriyetini yok eder. Anayasal demokrasi ile bütünleşik laiklik ise dinî ve siyasî çoğulculuğun teminatı haline gelir.

-DEVAMI YARIN-

Okunma Sayısı: 4246
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı