Cumhuriyetin 102. yılı kutlanırken, Bediüzzaman’ın mücadelesini verdiği, “isim ve resimden ibaret” değil de “hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi” ihtiva eden “mana-yı dindar cumhuriyete” hâlâ ulaşılamıyor.
Said Nursî ve cumhuriyet. Bu kelimeler cumhuriyet tarihi boyunca bu şekilde yan yana çok kullanıldı, hâlâ da kullanılıyor. Bediüzzaman Said Nursî’nin cumhuriyet hususundaki fikirleri nazar-ı itibara alındığında ve hayatı pahasına vermiş olduğu cumhuriyet mücadelesi göz önünde bulundurulduğunda kelimelerin birlikte kullanılması, fikirlerine itibar edilmesi ve o istikamette icraatlar yapılması gerekirdi. Cumhuriyetin manası ve mahiyeti de bunu iktiza ederdi. Fakat öyle olmadı. Kendisinin “Bende bulunan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz”1 sözleri ile de ifade ettiği gibi devletin idaresini ele geçiren müstebit ruhlu mütegalibeler, devlet imkânları ile besledikleri gazeteleri, dergileri, sanat, edebiyat, ticaret çevrelerini kullanarak o iki kelimeyi hep birbirine zıtmış gibi gösterdiler ve kendilerini cumhuriyetperver, Bediüzzaman Said Nursî’yi cumhuriyet düşmanı ilân ettiler.

Halbuki onlar askerî mekteplerde talebe iken ve memlekette cumhuriyet kelimesi telaffuz edilmezken Bediüzzaman’ın cumhuriyeti telaffuzu ve manasına, mahiyetine ilgisi on beş, on altı yaşlarında iken başlamıştı. Bunu da Eskişehir mahkemesinde cumhuriyet hakkındaki fikri sorulduğu zaman bir hatırasını anlatarak ifade etmişti: “O zaman şimdiki gibi hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: ‘Bu karınca ve arı milleti cumhuriyetçidirler, o cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara verirdim.”2

Cumhuriyet fıtratın iktizasıdır
Bu ifadeler, cumhuriyet tarzı idarenin hilkatin ve fıtratın iktizası olduğunu, Said Nursî’nin de cumhuriyet hususundaki ilk dersini hakikî kaynak hükmündeki kâinat kitabının dünya sayfasından ve yeryüzünde adetullah kanunlarının tezahürü olan karıncaların ve arıların fıtrî işleyişlerinden aldığını gösteriyordu. Her meselede olduğu gibi cumhuriyet hususunda da en mütekâmil misâl Asr-ı Saadet olduğu için kendisinin bu fikirlerinden dolayı Selef-i Salihîne muhalefet ettiğinin söylenmesi üzerine ‘Hulefâ-i Râşidîn, her biri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Hakiki adâleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler’3 diyerek müşahedelerini müdellel hâle getirmişti. Bununla iktifa etmemiş, takriben bir yıl kadar sonra Mardin’e gidince ‘hürriyet kahramanı’ tabiri ile taltif edilen şair Namık Kemal’in İstanbul’da hürriyeti meşrutiyeti anlatmak maksadı ile yazdığı ama sansür yüzünden ancak Mısır’da bastırabildiği “Rüya” adlı eserini okumuş, ‘Kemal’in rüyasıyla uyandım’ diyerek hürriyet, meşrutiyet tabirlerinin cemiyetteki doğru, yanlış akislerini görmüş ve her meselede olduğu gibi cumhuriyet hususunda da Asr-ı Saadeti örnek almıştı.

Hilkatin dersi
Bediüzzaman Said Nursî’nin, cumhuriyetçi olduklarını söylediği karınca ve arı türlerini tavsif ederken ‘millet’ tabirini kullanması da manidardı. Bu tercihle milletlerin de karıncalara ve arılara ilham edilen fıtrî cumhuriyetle yönetilmeleri gerektiğini ifade etmişti. Zira hilkatin hikmetlerinden birinin ifadesi olan ve cumhuriyeti tedai ettiren ayet-i kerimenin mealini verirken de millet tabirini kullanmıştı: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yarattım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yarattım ki yekdiğerinize karşı inkâr ile yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.”4
Hürriyet imandandır
Bediüzzaman Said Nursî hürriyet, cumhuriyet hususundaki müktesebatını İstanbul’a gidince zamanın muteber tabiri olan meşrutiyetle mezcetti. Gazetelerde yazılar yazarak, Selânik ve Sultanahmed meydanlarında konuşmalar yaparak, hemşehrisi olan hamalların kahvelerini dolaşarak, şarka gidip aşiretleri gezerek hürriyeti, meşrutiyeti anlattı. Bazı insanlar o değerleri batı medeniyetine hasretmeye çalıştıkları için meşrutiyeti Şûrâ Suresinin ‘Onların aralarındaki işleri istişare iledir’ mealindeki 38. ayeti ve Âl-i İmran Suresinin ‘Ve işlerde onlarla istişare et’ mealindeki 159. ayeti ile izah ederek her meselede olduğu gibi meşrutiyete de Kur’ân nazarı ile baktı. 5

‘Hürriyet imanın hassasıdır. Haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdat iledir. İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o derece parlar. İşte Asr-ı Saadet.”6 ‘Ruh-u meşrutiyet şeriattandır, hayatı da ondandır’7 gibi ifadelerle hürriyeti, meşrutiyeti, cumhuriyeti imanla, İslâmiyetle, şeriatla Asr-ı Saadetle mezcederek istismarına fırsat vermedi.
İstiklâl harbine destek verdi
Bediüzzaman bu şekildeki hürriyet, meşrutiyet telâkkisini devlete, millete mâletmeye çalışırken düşmanlar vatanı istila etmeye kalkınca cumhuriyet muhtevalı mücadelesine istiklal mücadelesini de ekledi. Ruslarla, Ermeni çeteleri ile savaşırken yaralanıp esir düştü. İki sene kadar esarette kaldıktan sonra kurtulup İstanbul’a döndü. İngilizlerin İstanbul’u işgal etmeleri üzerine onlarla da mücadele etti. Müsbet hareket tarzında yaptığı bu mücadelede başarılı olunca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanı Mustafa Kemal, ‘Bu kahraman hoca bize lâzımdır, yüksek fikirlerinden istifade edelim’ diyerek meclis adına onu Ankara’ya davet etti. İstiklâl hareketine destek veren Bediüzzaman, ‘Ankara’dan ziyade İstanbul’u tehlikede gördüğü’ için daveti kabul etmedi. Davette ısrar edilince bazı talebelerini gönderdi ise de kendisi İstanbul’da kaldı.

Mecliste hakikatin sadası
Bir yandan İstanbul’da işgalcilerle mücadele ederken diğer yandan kurtuluş hareketinin gidişatını takip eden Bediüzzaman, Ankara’da zındıka komitesinin şeair-i İslâmiyeye saldırmaya hazırlandığını müşahede edince Van’ın eksi valisi Tahsin Beyin davetini kabul ederek Ankara’ya gitti. Bu hareketi ile maddî cepheden manevî cepheye koşan Bediüzzaman, mecliste hoşamedi merasimi ile karşılanıp izzete, itibara mazhar olmasına rağmen Meclis-i Mebusan’da dine karşı lâkaytlık ve şiddetli garplılaşma temayülü görünce müşahedelerinde yanılmadığını anladı ve meclisi bazı hususlarda ikaz edilme ihtiyacı duydu.
Riyaset odasında ikaz
Meclisi, başkanın ikaz etmesinin daha makul ve müessir olacağını bildiği için Mustafa Kemal’e mektup yazarak meclisin ikaz edilmesi gereken hususları hatırlattı. Aradan makul bir süre geçtiği halde M. Kemal meclisi ikaz etmediği gibi kendisine de sebebini açıklamadı. Bediüzzaman muhatabına o hususları şifahen de hatırlatmak istedi. Bu maksatla riyaset odasında bazı görüşmeler yaptı. 8

Sarsıldı, ama uyanmadı
Bunlardan birinde İslâm âlemine benzettiği Ayasofya Camii’ni misâl vererek Müslüman bir milletin devlet başkanının nasıl olması ve millet için neler yapması gerektiğini hatırlattı. “Bir saat boyunca bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği halde M. Kemal ona ilişmedi. Onda kuvvetli bir hakikati hissedip taltif etmeye çalıştı.”9
Bediüzzaman’ın, “Geçen temsilin mealini ona ders verdim, başına vurdum. İyi sarstı fakat o ikazım onu uyandırmadı”10 sözleri ile de ifade ettiği gibi o görüşmelerde söylediği fikirler M. Kemal üzerinde müessir oldu. Yurt gezisine çıkan Paşa Balıkesir’deki Zağanospaşa Camii’nde cemaate hitap etti. İzmir İktisat Kongresi’nde İslâm’ın iktisat görüşlerini anlattı. Verdiği dinî mesajlar, İngiliz heyetinin Lozan Konferansı’ndan çekilmesine sebep oldu. Bunun üzerine Lozan’dan dönen İsmet İnönü ve Haim Naum’la M. Kemal, Eskişehir’de buluştular. Birlikte trenle Ankara’ya geldiler. Yolculuk sırasında yapılan görüşmelerde onların tesiri ile Bediüzzaman’ın müsbet telkinlerini bırakan M. Kemal, şeair-i İslâmiyeye mugayir inkılâplar ve icraatlar yapma temayülü içine girdi.11

Cumhuriyet ve imanı ihya hareketi
Mustafa Kemal Ankara’ya döndüğünde tekrar görüşmek isteyince hal, hareket ve tavırlarından niyetinin değiştiğini anlayan Bediüzzaman görüşmeyi kabul etmedi. Ona yazdığı ve içinde “Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Müslümanlar İslâmiyet hasebiyle sizi severler. Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâpvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyat ile olabilir”12 gibi ifadelerin bulunduğu mektubu beyanname haline getirerek mecliste dağıttı. Beyannamenin meclis üyeleri üzerinde müessir olması üzerine bu hususta Mustafa Kemal ile tartıştı. Onun, birlikte çalışmak kaydı ile teklif ettiği bütün sıfatları ve imkânları kabul etmedi. O imanın erkânına saldırılma teşebbüsünden vazgeçmeyince Bediüzzaman cumhuriyet mücadelesine imanı ihya mücadelesini de ekledi. Bu maksatla cemiyete empoze edilmek istenen tabiat tağutunu kırmak için Hubab eserini neşretti.
Engellenen cumhuriyet
Hakikî cumhuriyetin tesisine vesile olmak için mücadele etmek istedi ise de ekseriyeti İslâm âlimi olan meclis üyelerinden destek görmedi, aksine reisin tacizine maruz kalmaktan korkarak engellenmeye çalışıldı. Ankara’daki siyasî ahvâli “Zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-ı mutlaka ‘medeyiyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismi takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana, ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”13 sözleri ile ifade etti.

En kara halet içindeki Ankara
Memleketin mukadderatını şekillendirmekle muvazzaf mercileri böyle müessir ifadelerle ikaz eden Bediüzzaman “Ankara’yı, en kara bir hâlet içinde gördüm” diyerek Ankara’dan ayrılıp Van’a gitti. Şeyh Said isyanı bahane edilerek cumhuriyete, inkılâplara karşı olduğu iddiası ile sürgüne gönderildi. Talebeleri ile birlikte mahkemelere verildi, hapsedildi, hücrelere atıldı, idam edilmek istendi, defalarca zehirlenerek öldürülmeye çalışıldı.
Cumhuriyet dersleri vermeye devam etti
Bediüzzaman Said Nursî cumhuriyet mücadelesine mahkeme salonlarında “Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız; ben biliyorum ki laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi dindarlara da takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ediyorum”14 gibi ifadelerle sahte cumhuriyetçilere hakikî cumhuriyet dersleri vererek devam etti.

Demokrasiye darbeler
“Eski tahribatı tamirata başlayan hakiki vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşallah o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.”15 Bediüzzaman Hazretleri bu ifadelerle karşıladı ellili yıllarda iktidara gelen Demokrat Parti’yi. Ahrarların devamı olarak gördüğü başbakan Adnan Menderes’e, cumhurbaşkanı Celal Bayar’a mektuplar yazarak ve talebeleri ile mesajlar göndererek siyasî işleyişe hakiki cumhuriyet istikametinde yön vermeye çalıştı. Onun “Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği hâlde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (asm) efradından çoklarını astılar.”16 sözleriyle ifade ettiği tarihin talihsiz akışı değişmedi. Demokratik cumhuriyet, daha onuncu yılına varmadan askerî darbeye maruz kaldı. Üç demokrasi kahramanı asıldı, yüzlercesi yıllarca hapishanelerde kaldı.
Demokratik Cumhuriyet ideali sürüyor
Bediüzzaman’ın vefatından sonra, Risale-i Nur Külliyatının imanî eserlerinin yanı sıra içtimaî bahisleri, lahikaları ve müdafaaları da esas alan talebeleri onun cumhuriyet mücadelesine devam ettiler. İhtilâle ve muhtıraya rağmen altmışlı, yetmişli yıllarda demokratik cumhuriyetin hükümferma olmasına gayret ettiler ve büyük ölçüde başarılı oldular. Kemalizmi ikame etmek maksadı ile yapılan kanlı Seksen ihtilâlinde Nur Şakirdlerinin şahs-ı manevîsi de zarar gördüğü için Bediüzzaman’ın cumhuriyet mücadelesi biraz sekteye uğradı ise de mücadele devam ediyor. Asr-ı Saadet muhtevalı hakikî cumhuriyet ülkede hükümferma oluncaya kadar da devam edecek inşallah.
Dipnotlar:
1-Şualar, s. 311.; 2-Age., s. 393.; 3-Tarihçe-i Hayat, s. 51.; 4-Mektubat, s. 375.; 5-Münazarat, s. 53.; 6-Tarihçe, s. 92.; 7-Münazarat, s. 93.; 8-Emirdağ Lâhikası, s. 284.; 9-Age., s. 284.; 10-Mektubat, s. 490.; 11-Tarihçe-i Hayat, s. 223.; 12- Age., s. 224.; 13-Age., s. 428-429.; 14-Şualar, s. 394.; 15-Emirdağ Lâhikası, s. 348.; 16-Age., s. 353.