"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Değerlerimize aykırı maddeler düzeltilmeli

15 Eylül 2020, Salı 00:01
RİSALE-İ NUR ENSTİTÜSÜ’NÜN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞTAYDAN ÇAĞRI: “O MADDELER TEKRAR YAZILSIN.”

Haber: Selçuk Subaşı
Fotoğraflar: Nurullah Özer

Kabul edilemez hale getirildi

“Sözleşme metni hazırlanırken, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin düzenlemelerin içeriğine, kültürümüze uymayan, doğal hukukun desteklemediği, muhafazakâr ve kendini dindar olarak kabul eden insanları rahatsız edecek ve o insanlar nezdinde kabul edilemez kelime ve terimler serpiştirildi. Bunlarla sözleşme güvensiz ve kabul edilemez bir metin haline dönüştü.”

Değiştirilmesini talep edebiliriz

“Sözleşmenİn bir yerinde geçen ‘farklı cinsel yönelim’ kelimesi ve yedi maddesinde ‘töre, din, gelenek ve sözde namus’ şeklinde ifade edilen kalıp terimlerde birçok problem var. Katılımcı ülkeler sözleşmeden bir dilekçe ile çıkma ya da metinde değişiklik isteme hakkına sahip.  Metinde kültür ve inançlarımızla çelişen kısımların değiştirilmesi talep edilebilir.”

***

Değerlerimize aykırı maddeler düzeltilmeli

Risale-i Nur Enstitüsü’nün düzenlediği “Aile” konulu çalıştayda İstanbul Sözleşmesi de masaya yatırıldı. Çalışmada günümüz aile problemleri ve çözüm tavsiyeleri Risale-i Nur’daki yaklaşımlarla değerlendirildi. İstanbul Sözleşmesi’nin de özellikle tartışmalı maddeleri hukukî, ahlâkî ve sosyolojik boyutlarıyla ele alındı.

İzmit-Başiskele’de yapılan masa çalışmasında 15 katılımcı bizzat hazır bulunurken, 15 katılımcı da online (çevrimiçi) bağlanarak tebliğlerini sundular, müzakerelerde bulundular.

Moderatörlüğünü Prof. Dr. Nurettin Abut’un yaptığı programa online olarak bağlanan Yeni Asya Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Atik, böylesine önemli bir konuyu ele aldıkları için Risale-i Nur Enstitüsü ve programa katkı sunan akademisyenlere teşekkür etti. Sadece ülkemizin değil, İslâm dünyasının Risale-i Nur hakikatlerine ihtiyacının olduğunu ifade eden Atik, Yeni Asya’nın varlık sebebinin de bu hakikatleri herkese ulaştırmak olduğunu belirterek, bu tür çalışmaların insanlığın geleceği açısından büyük bir öneme sahip olduğunu vurguladı. 

Risale-i Nur Enstitüsü Sekreteri Ahmet Dursun açılış konuşmasında, aile kavramı etrafında yaptıkları bu çalışma ile bugünlerde tartışılan kadına şiddet, İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet meseleleri etrafındaki konuları Risale-i Nur’daki yaklaşımlar çerçevesinde ele almayı ve bu konularda kalıcı çözüm tavsiyeleri sunmak istediklerini belirtti. 

Mehmet Âkif’in Safahat’ında yer verdiği aile kavramının Risale-i Nur’daki aile fikriyle karşılaştırıldığı bir de tebliğ sunan Ahmet Dursun, Safahat’ta ailenin saadet sebebi olarak Cennetin bir sarayı olarak nitelendiğini belirtti. “Safahat’a göre aile, terbiyenin başladığı yer olarak, korunması, toplumumuzun genel yapısına uymayan ve aile üzerinde yapılması planlanan değişimlerden uzak tutulması gereken bir kurumdur ve ayrıca aile, vatan, millet ve mukaddesat sevgisinin aşılandığı yerdir.” diyen Ahmet Dursun bu fikirlerin Bediüzzaman’ın aileyi tahassüngâh, fertlerin Cenneti olarak gören görüşleriyle örtüştüğünü ifade etti. 

AİLENİN TAHRİBİ BATILILAŞMA HAREKETLERİ İLE BAŞLADI

Ailede meydana gelen bozulmaların toplumun tamamını bozacağını ve bir çöküşe yol açacağının dile getirildiğini ifade eden Ahmet Dursun, bu bozulmaların altında toplumsal değişimi hızlandıran Batılılaşma hareketleri neticesinde toplumumuza sirayet eden ve hürriyeti de yanlış anlayan, sefahati teşvik eden materyalist anlayışların önemli rol oynadığını vurguladı. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nde farklı cinsel eğilim, toplumsal cinsiyet ve sözde namus gibi toplumumuzun inanç ve değerlerine uymayan hususların tarihî izlerinin Safahat’ta deşifre edildiğini belirten Ahmet Dursun, Bediüzzaman Hazretleri’nin de “din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için çalışan bir iki komiteden bahsetmesi”nin çok önemli olduğunu, toplumu ifsat etmek için ailevî değerlerin içinin boşaltıldığı çalışmalar yapıldığını, inanç ve değerlerimizle güçlendirilen ailelerle birlikte problemlerin çözülebileceğini ifade etti. 

Ceninden Cennet Ailesine başlıklı bir sunum gerçekleştiren Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Önbaş, çalışmasında anne ve babadan gelen 23 kromozomlu, tamamlanmaya muhtaç her iki eşey hücresini, evliliği oluşturan kadın-erkeğe; cenini ise evlilik kurumuna; ceninin bebek olarak sağlıklı doğumunu da başka bir âlemde yaşamaya lâyık istidatlarla donatılmış Cennet ailesine benzettiklerini, sürdürülebilir hamilelik ve sağlıklı doğuma hazırlanma vetîresini ise evliliğin bu dünyadaki sergüzeşti neticesinde Cennete liyakat kesbetmesine teşbih ettiklerini belirtti.  

İNSAN BİYOLOJİK OLARAK DA TAMAMLANMAYA MUHTAÇ

İnsan hücrelerini oluşturan 46 kromozomun yarısı anneden, diğer yarısı da babadan gelen eşey hücrelerden teşekkül ettiğini belirten Önbaş, “Anne veya babadan gelen eşey hücreleri, tek başlarına 46 kromozomlu bir insan hücresini temsil etmeye yetmediğinden nasıl 23 kromozomlu diğer eşey hücresiyle birleşmeye muhtaç ise, dünya hayatında kadın ve erkek de tek başlarına eksiktir ve yek diğeriyle tamamlanmaya muhtaçtır ve kendisi gibi eşinin de yarım olduğunu, tamamlanmaya muhtaç olduğunu bilmek, kişiyi daha uyumlu yapacaktır” dedi. Bu hususta Bediüzzaman’ın “Bakire; iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr; iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivaç; tasfiye, tehzip eder. Evlenmeli! Bekârlık, bîkârların kârıdır”sözünü hatırlattı. 

Resul-ü Ekrem’in de (asm) “Kadın, erkekle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarımdır” buyurduğunu, Rabbimizin de “Düşünüp ibret alırsınız diye her şeyden çiftler yarattık” âyetiyle insanın da çiftini araması gerektiğini ihtar ettiğini ifade eden Önbaş, fertlerin kendisini “tam’’ zannetme ve evliliğe gerekli önemi vermeme yanılgısını, ehl-i dalâletin çok başarılı kullandığını, nazarları eneye çevirip hodbinlik pompalayarak narsist anlayışları körükleyen deccal/süfyan komitelerinin “kendi ayakları üzerinde durma” ve “kimseye muhtaç olmama” sloganıyla aile müessesesinde gedikler açarak aileye olan ihtiyacı hissettirmemek planı üzerinde dessasâne faaliyetler yaptıklarını söyledi. Bu bağlamda Tesettür Risalesi’nin büyük bir önemi haiz olduğunu belirten Önbaş, nasıl ki sağlıklı bir bebek için kromozomların korunması gerekiyorsa aileyi ve toplumu bozan planlar karşısında ve sağlıklı bir ailenin oluşturulması için de eşlerin kendi kalitelerini koruması gerektiğini buna da “iffet” dendiğini belirtti. 

AİLEDE EBEDÎ BERABERLİK ANLAYIŞI YERLEŞMELİ

 Önbaş, ailede “biz hakikati”nin kurumsal kimliği oluşturduğunu belirtti. Önbaş sunumunun devamında “Oysa ki henüz yolun başında “biz hakikati”ne yabancı, ben merkezli, hodbin bir eğitim anlayışı ile şekillenmiş yapılar, sadâkati, kendine sadâkat olarak anlayacaktır. Hâlbuki sadâkat, “kutsal evlilik kurumuna sadâkat” olarak anlaşıldığında, tesânüt ve “biz” olma kemalâtına erişilecek, ihlâsın göstergesi olan ittifak etmek, ihtilâfa düşmemek hakikatine ulaşılacaktır. Böylece, kendine ben merkezli bir konum belirleyip “Benim köşeme, dediğime gelsin” anlayışındaki aile fertleri, “ortak fikrimizde buluşalım, her yer bizim köşe” anlayışına kavuşacaktır” sözleriyle aile müessesesinin nasıl korunacağıyla ilgili sözlerini sürdürerek haramdan kaçınmak, iffet, iktisat, kanaat, sadâkat ve emniyet gibi hususların aileyi koruyacağını ve Cennet ailesi bağlamında güçlendireceğini söyledi. Sözlerinin sonunda aileyi ayakta tutmak için beka sorununun halledilmesinin gerekliliğini vurgulan Önbaş, “Ölüm bizi ayırıncaya kadar” anlayışının hükmettiği evliliklerin komedi türünde de olsa sonu korkunç trajedi ile biten filmlere benzediğini, evliliği hakiki bir beraberliğe çevirmenin tek yolunun “ebedî hayatta Cennet aileleri” anlayışının yerleşmesi olduğunu belirtti.

METNİN DİLİ SEKÜLER VE ÖZENSİZ 

Programa online olarak bağlanan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Ergün İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili uzunca bir değerlendirme yaptı ve şunları söyledi: 

“İstanbul Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2011 yılında imzaladığı, 2012 yılında parlamentonun onayladığı, 2014 yılında da Türkiye’de yürürlüğe giren bir uluslar arası sözleşmedir. Anayasanın 90. maddesi gereğince usûlüne uygun olarak parlamentoda kabul edilen uluslar arası sözleşmeler, iç mevzuatımızda kanun gibi kabul edilmektedir. Yani hukuk kuralları hiyerarşisinde Anayasanın altında, kanun ile eşit değerdedir. Yani tam adıyla, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddet ile ilgili uyuşmazlıklarda iç hukukumuzda kanun gibi uygulanabilecektir. Bütün uygulayıcılar bu sözleşme ile bağlı olacaktır.

“Bu sözleşmenin Türkiye’de uygulamasında özellikle muhafazakâr çevrelerde, kimi dindar çevrelerde ve dinî hassasiyetleri daha ön planda olan siyasî partilerde bilerek veya bilmeyerek bir çok tartışmanın da konusunu oluşturmaktadır. Bir kısmına aşağıda değineceğimiz bu tartışmaların, özellikle metnin yazılmasında gösterilen özensizlik dolayısıyla, haklı tarafları olduğu gibi, bir kısmı da tamamen sözleşme metnini dahi okumadan, örneğin erkeğin mahkûmiyeti için, kadının beyanının esas olduğuna ilişkin sözleşme metninde hiç geçmeyen 6284 sayılı kanundaki bir düzenlemeyi sözleşmede varmış gibi göstererek bunun üzerinden, yapılan haksız eleştiriler olarak kabul edilmektedir. 

“Ancak şunu da özellikle belirtmek isterim, sözleşme metni hazırlanırken, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin düzenlemelerin içe- riğine, özellikle bizim kültürümüze uymayan, doğal hukukun desteklemediği, muhafazakâr ve kendini dindar olarak kabul eden insanları rahatsız edecek kelimeler ve terimler serpiştirilerek, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesine dair önemli bir sözleşmeyi, yukarıda ifade ettiğim bir kısım insanlar nezdinde kabul edilemez hale dönüştürmüştür. Sözleşmenin 81. maddesinde, sadece bir yerde geçen “farklı cinsel yönelim” kelimesi ve yedi maddesinde geçen, ‘töre, din, gelenek ve sözde namus’ şeklinde ifade edilen kalıp terimlerde, birçok problem görülmektedir. 

“Öncelikle, din kelimesi kullanılarak sanki kadına yönelik şiddetin din tarafından kabul edildiğine ilişkin bir algı oluşturulmaya çalışıldığı kendisini dindar olarak kabul eden insanlar tarafından iddia edilerek, bu durumun inançlarına ters olduğunu ifade etmektedirler. 

 “İkinci olarak yine kendisini dindar olarak kabul eden bir kısım insanlar açısından, inançlarını oluşturan önemli değerlerden olan, namus kavramını sözleşme ‘sözde namus’ biçiminde ifade ederek değersizleştirme eğilimi içerisinde olarak kabul etmektedirler.

“Yine kadının şiddetten korunması durumlarını ifade ederken, ‘farklı cinsel eğilimde’ olanlarda eğer bir şiddete maruz kalırlarsa, haklı olarak onlarında korunması gerektiğini ifade ederken, şiddete maruz kalan kadınların korunmasına ilişkin bir sözleşmede ‘farklı cinsel eğilimde’ olanların da eklenmesi, kendisini dindar olarak kabul eden, kendi inançlarına göre yasaklanmış bir eğilimi, hiç de ilgisi yokken, sözleşmenin içine sokulması durumunda, kendisini dindar olarak niteleyen kimseler nezdinde sözleşmeye olan güven zedelenmektedir.

“Aslında şunu söyleyebiliriz, haklı olarak ve güzel hazırlanmış kadınları şiddetten korumaya yönelik uluslar arası bir metin, dinî inançlar gözetilmeksizin ve dinen yasaklanan eğilimler için kullanılan terimlerin sözleşmede geçmesi ve din teriminin özensizce, dindarları rencide eden bir biçimde kullanılması ile sözleşme, güvensiz ve kabul edilemez bir metin haline dönüşmüştür.” 

Katılımcıların sözleşme uygun değilse, bir dilekçe ile çıkma ya da değişiklik isteme hakkına da sahip olduğunu söyleyen Ergün, sözleşme metninin hazırlanmasında ülkemizden üst düzey üç ismin direkt etkisinin söz konusu olduğunu, buna rağmen kültür ve inançlarımızla çelişen kısımlar bulunduğunu, bunların değiştirilmesinin talep edilebileceğini belirtti.    

“Çekilmeli miyiz?” sorusu karşısında kadını korumak meselesini tartışmamız gerek diyen Ergün, “Fizikî olarak güçlü olan bu hakları ihlâl ediyorsa elbette tedbir alınmalı ve kadın korunmalıdır.” dedi. Ergün “Kadına yönelik şiddet radikal olarak bütün ülkelerde korunuyor. Sözleşmede aykırı kelimeler ayıklanırsa İslâm hukukuna da uygundur. Bazı maddelere çekince konulabilir ya da değiştirilebilir, ama tamamen reddetmek doğru değil” diyerek sözlerini tamamladı. 

Okunma Sayısı: 8928
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • barış

    15.9.2020 18:02:08

    akp artik kanun falan yapmayı bıraksa iyi olur bu durumda bile insanlar kendi toparlar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı