"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanın diğer varlıklara üstünlük sebepleri (3)

27 Mart 2020, Cuma
İnsanı yücelten ve diğer mahlukattan üstün kılan en önemli özelliklerden birisi de, her haliyle ve tavrıyla Cenab-ı Hakk’ın bir veya birkaç ismini üzerinde yansıtmasıdır.

Varlığı gösteren en parlak nur hayattır. Hayat, çeşitli hallerle kuvvet bulur, farklı vaziyetlerde tasaffi eder ve halden hale geçerek istenen neticeye ulaşır. Farklı hallerle, hayatı veren Allah’ın isimlerinin nakışlarını gösterir. Öyleyse, madem hayat, İlahî isimlerin farklı nakışlarını gösterir, o halde hayatın başına gelen her şey güzeldir.[59] Bu bazen zahiren çirkin veya zahiren güzel olabilir.

Said Nursî, “Muhakkak ki Biz insanı en güzle bir şeklide yarattık.”[60] ve “Kesin olarak iman edenler için yeryüzünde nice deliller vardır. Kendi nefislerinizde de böyle deliller vardır.”[61] âyetleri için, “İnsan öyle bir nüsha-i câmiadır ki, Cenab-ı Hak, bütün esmasını insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.”[62] şeklinde veciz bir izah yaptıktan sonra, insanın üç yönden İlahî isimlere ayna olduğunu ifade etmiştir. Şöyle ki;

1- Gecede karanlık, nasıl nûru gösterir; öyle de insan zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i zülcelalin kudretini, kuvvetini, gınasını (zenginliğini), rahmetini bildiriyor ve hakeza, pek çok evsaf-ı İlahîyeye (İlahî sıfatlara) bu suretle ayinedarlık ediyor. Hatta, hadsiz aczinde ve nihâyetsiz zaafında, hadsiz a’dasına (düşmanlarına) karşı bir nokta-i istinad (dayanak noktası) aramakla, vicdan daima Vacibü’l-vücuda bakar.

2- İnsan kendisine verilen numuneler nevinden cüz’i ilim, kudret, basar (görme), sem’ (işitme), mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyât ile, kâinat sahibinin ilmine, kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine ayinedarlık eder, onları anlar, bildirir.

3- İnsan, üstünde nakısları görünen İlahî isimlere ayinedarlık eder. (zira),insanın mahiyet-i câmiasında nakışları görünen yetmişten fazla esma vardır. Mesela yaratılışından Sâni’ ve Hâlık ismini; hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahim isimlerini, hüsn-ü terbiyesinden Kerim ve Latif isimlerini ve hakeza; bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazat ve cevahiri ile, letaif ve maneviyatı ile, havâs ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i a’zam var; öyle de o esmanın nakışlarında dahi bir nakş-ı a’zam var ki; o da insandır.[63]

Ayrıca, insanın mahiyeti yüce, fıtratı câmia olduğundan, binlerce çeşit ihtiyacı ile binlerce İlahî isimlere ve hatta her bir ismin de çeşitli mertebelerine muhtaçtır. Ruhun mükemmelliğine göre muhabbetin mertebeleri, isimlerin mertebelerine göre ortaya çıkar. Bütün isimlere muhabbet dahi doğrudan Allah’a muhabbete döner.[64]

Yine Cenâb-ı Hak, insanı kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi kapsayan, büyük âleme bir fihrist olarak yaratmıştır. Esma-i Hüsna’dan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir numune, insanın cevherinde emanet bırakmıştır.[65] İnsan ve insanın hayatı İlahî isimlerin tecellilerine bir tarladır.[66]

Her şeyin varoluş hikmeti, yaratılış gayesi, yaratılışındaki faydalar ve hayatının neticesi üç çeşittir.

a- Kendine ve insana ve insanın maslahatlarına bakar.

b- Her şey, bütün şuur sahiplerinin mütalaa edebileceği ve Yaratıcının isimlerinin cilvelerini bildireceği birer delil, mektup, kitap ve kaside hükmünde olup mânâlarını sayısız okuyuculara ifade eder.

c- Celal sahibi Yaratıcıya aittir ki, O’na bakar. Her şeyin faydası ve neticesi kendine bakan bir ise, Yaratıcıya bakan yüzlercedir ki, Yaratıcı kendi sanatındaki enteresanlıkları kendisi seyreder; kendi isimlerinin cilvelerine ve sanatına bakar. [67]

7- İnsan Rahman sûretinde yaratılmıştır

Risale-i Nur’un değişik yerlerinde zikredilen, “Allah, insanı Rahman ismini tamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır.”[68] hadisi, insanın bu sıfatına vurgu yapmaktadır. Bu hadis, “Onun hiçbir benzeri yoktur. O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.”[69] âyetine uygun bir tarzda, O’nun sûreti, misli, misâli, şebihi yoktur şeklinde anlaşılmalıdır. Aksi halde hata edilebilir.[70] Bununla birlikte, “Göklerde ve yerde tecelli eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti her şeye galiptir; O her şeyi hikmetle yapar.”[71] âyetinin sırrıyla örneklendirme, misal verme ancak onun işleri, kabiliyetleri, sıfat ve isimleri ile ilgili hususlardadır, yani temsil ve örneklendirme ile iş ve kabiliyetlerine bir bakış açısı getirilebilir.[72] Yoksa zâtı ile ilgili hususlarda örneklendirme kişiyi yanlış noktalara götürebilir.

Buna göre, hadis, insan Rahman ismini tamamıyla gösterir bir sûrettedir; Rahman ismi gerek kâinatın, gerekse yeryüzünün sîmasında tecelli edip göründüğü gibi, insanın câmi sûretinde de eksiksiz, tam olarak kendini bellieder[73] şeklinde anlaşılmalıdır. Bu hadis hem cevamiü’l-kelim (özlü söz), hem de müteşabih hadislerdendir. Öyleyse hadisin durumuna göre hataya düşmeden denilebilir ki; Cenab-ı Hak hakkında sûret muhal olmasından, sûretten kasıt, sirettir, ahlak ve sıfattır.[74]

Bu sınırları belirledikten sonra da denilebilir ki; yeryüzünde bir Rahmet mührü ve Allah’ın birlik sikkesi bulunduğu gibi, insanın manevi mahiyetinin simasında da öyle bir rahmet mührü vardır. İnsanın simasındaki bu rahmet mührü (Rahman isminin tecellileri) gerek yeryüzü, gerekse kâinatın simasındaki büyük rahmet mühründen aşağı değildir. Adeta bin bir ismin cilvesinin toplanma noktası hükmünde bir câmiiyeti vardır.[75] Bu da insanın kâinatta başka bir varlığa verilmeyen üstünlük noktalarından birisi olduğunu gösterir.

8- Beka aşkı ve ebediyet şevki

İnsanı diğer mahlukattan ayıran ve ebedî hedeflere namzet yapan bir özelliği de onun beka aşkıdır. Sonsuzluk arzusu insanda fıtrîdir. Bu kâinatın hikmetli Yaratıcısının bütün isimleri, bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle sonsuz bir âlemi gerekli kıldığından[76] ve insan da bir taraftan şu büyük âlemin küçük bir örneği olması[77] diğer taraftan da yukarıda ifade edildiği üzere İlahî isimlere ayna olması bakımından, kâinatın en mükemmel bir meyvesi ve kâinatın Yaratıcısının en sevdiği sanatı ve âlemdeki varlıklarla en çok alâkalı olması sebebiyle, kendisinde şiddetli, sarsılmaz bir sonsuzluk aşkı, ebediyet şevki ve daimi emelleri ve arzuları vardır.[78]

İnsanın ruhuna yerleştirilmiş olan sınırsız kabiliyetler, o kabiliyetlerden kaynaklanan hadsiz meyiller, o hadsiz meyillerden meydana gelen sonsuz emeller, o emellerden doğan nihâyetsiz fikirler ve tasarlamalar, görünen şu âlemin arkasındaki ebedî âlemi gösteriyor. [79] Zira, şu dünya insanın ruhuna yerleştirilmiş olan sınırsız kâbiliyetlerin sünbüllenmesine müsait değildir.

Öyleyse başka bir âleme gönderilecektir. Çünkü insanın cevheri büyüktür, öyle ise ebede namzettir, mâhiyeti yücedir.[80] Zira zâhiren insanın mahiyeti birçok zafiyetlerle donatılmış olsa da, emelleri, arzuları, elemleri, belaları bakımından, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse o kadar geniştir. [81] Ebede namzet olan insanın gerçek lezzetleri, marifetulah, muhabbetullah, ilim gibi ebedi işlerdir. [82] Bu dünya en küçük bir âlet ve cihazât-ı insaniyeyi doyuramıyor.[83]

İnsanın rüçhaniyetine sebep, diğer varlıklara olan fıtrî muhalefetidir. Çünkü insan diğer varlıklardan farklı olarak, dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, ebedî bir yurtta da bekasını aşk derecesinde arzuluyor. Midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları akıl, kalp, ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Öyle arzuları ve istekleri var ki, ebedî mutluluktan başka hiçbir şey onu tatmin etmiyor. [84] Son olarak, zâhire bakılırsa, insan bir zerre hükmündedir. Fakat, insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği kabiliyetlere nazaran bu görünen âlem dardır; sığamaz. Ancak o ruhun arzularını, o aklın fikirlerini, o kabiliyetlerin meyillerini tatmin ve temin edecek âhiret âlemidir [85] diyebiliriz.

9- Geçmiş ve Gelecekle Alâkalı Olması

İnsanın üstünlük sebeplerinden birisi de, bütün zamanlarla alakalı olmasıdır. Hatta bu hal onu ahiret hayatı ile de irtibatlandırır. İnsanı hayvandan ayıran şeylerden biri, şu ânı yaşamakla beraber, geçmiş ve gelecekle alakalı olmasıdır. Hayvan ise bu iki zamanı hakkıyla düşünecek

bir idrake sahip değildir.[86] İnsanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine, şu anla birlikte, geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan da hem elem, hem de lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. [87] Görüldüğü gibi, aklın insan hayatını şekillendirmede ve ona diğer mahlûkata göre farklı bir nazarla bakmasında büyük rolü vardır. Öyleyse insan, insanlıktan çıkıp, hayvan gibi davranabilmek için öncelikle aklını iptal etmelidir ki, bu da fıtrî olmadığından mümkün değildir. Nitekim, “Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan şaşkındırlar”[88] ifadesi de bu gerçeğe vurgu yapmaktadır.

Said Nursî, sefahet ve delâlet şahs-ı manevîsinin mümessilinin: “Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız” iddiasına karşı; “Hayvan gibi olamazsın, çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır; ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır, rahatla yaşar, yatar. Hâlıkına şükreder. Hatta kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister. Fakat, o his dahi gider; o elemden de kurtulur. Fakat ey insan! Senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun.

Geçmişten çıkan teessüfler, elim firaklar, gelecekten gelen, korku ve endişeler, senin cüz’i lezzetini hiçe indirir, lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür”[89] şeklinde verdiği cevapla, yukarıda ifade edilen gerçekleri te’yid etmiştir.

DİPNOTLAR: 

[59] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 435.

[60] Tin, 95/4.

[61] Zâriyat, 51/20-21.

[62] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 628.

[63] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 628.

[64] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 586.

[65] Bediüzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’caz, s. 23.

[66] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s. 89.

[67] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 338.

[68] Buhari, İsti’zân; 1. Bab; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28.

[69] Şûra, 42/11.

[70] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 19.

[71] Rum, 30/27.

[72] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 19.

[73] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 19.

[74] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 126-127.

[75] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 17.

[76] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 110.

[77] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 255.

[78] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 110

[79] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 483.

[80] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 484; Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemât, s. 65.

[81] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s. 94; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler,s. 25.

[82] Bediüzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’caz, s. 197.

[83] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 84.

[84] Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 201.

[85] Bediüzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’caz, s. 156.

[86] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s. 174.

[87] Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 117.

[88] Furkan, 25/44.

[89] Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 182-183.

Okunma Sayısı: 8453
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı