Nereye gidersek gidelim, ölüm, gölge gibi peşimizde. Her daim takip ediliyoruz.
Gecesi gündüzü yoktur ölümün.Vakti yoktur. Günü yoktur ölümün. Ne ağa dinler, ne de bey… Ne zengin, ne de fakir... Herkese aynı mesafededir, eşittir. Vaktini sadece Allah bilir. Zamanı ve mekânı; hayatı ve ölümü yaratan Allah bilir.
Hayat ve ölümle ilgili her şeyimizi, en ince detayına kadar yazmıştır Rabbimiz. Bir imtihan yeri olan dünyada, bazı tercihleri de bizim özgür irademize bırakmıştır. Doğruya, güzele ve iyiye yönelmemiz için akıl ve kalp vermiş, İlahî elçiler ve kitaplar göndermiştir. Bizi bir başımıza bırakmamıştır Rabbimiz.
O ne yaptıysa, O ne yazdıysa güzeldir. O bizi herkesten çok bilen ve çok seven Rabbimizdir. Onun yarattığı hayat güzel olur da, ölüm güzel olmaz mı? Görevini güzel yapan için, ölüm bir müjdedir. Sıkıntılı ve dağdağalı dünya hayatından çok daha güzel bir âleme geçiştir. Çocuk dünyaya gelince, nasıl bir daha anne karnına geriye dönmek istemezse, bizler de dünyada, şu an tıpkı anne karnındaki o çocuk gibiyiz. Bunu, ölümle öbür âleme doğunca anlayacağız. Zaten bir daha da, kim gelmek ister ki, bu âleme. Daha geniş, daha ferah ebedî bir alem varken… Cennet ve ebedî saadet bizi beklerken… Dostlarla, tüm sevdiklerimizle orada ebediyen beraber olmak ne büyük bir nimettir... Terhis olan asker ağlamaz, sevinir. Ölüm de, bizim için bir terhistir. Dünya hapsinden kurtuluştur. Cennet bahçelerine bir geçiştir, bir uçuştur.
...
Yaşlar ilerledikçe dünyadan bağlarımız kopacağına, gitgide alakamız artıyor. Evet dünyayı ve içindekileri seveceğiz, helal dairede çalışıp çabalayacağız, meşgul olacağız ama onu kazanırken kalbimize koymayacağız, kalbimizi ona kaptırmayacağız. Mesele bu… Ölçü bu…
Araban olsun ama garajda dursun; kalbinde değil. Paran, malın, mülkün olsun ama kasada dursun; kalbinde değil. Bunların yeri kalp değil. Kalbimiz, Rabbimizle alakalı pusulamız. Pusula şaştı mı her şey karışıyor. Yolcu olduğunu unutan insan. Mola yerinde yatıyor ya da inşaata kalkışıyor. Dünyaya bağlanmanın artık bir değil, milyon yolu var. Her birinin kendine göre bir cazibesi var. Bu da dünya imtihanımızın bir parçası. “Kazandığını eline al ama kalbine koyma..” Bu ölçüyü muhafaza ettiğimizde huzur içinde oluyoruz.
Kalbimiz sadece dünya için değil. O ebediyete açılan penceremizdir. Bekâ istiyor, cennet istiyor… Dahası… Onları vereni ve yaratanı da beraber istiyor kalbimiz. Onu dünyaya razı etmek kalbi boğuyor, nefes alamaz hale getiriyor. Of of diye inlememizin bir sebebi de bazen budur. Akıl ve kalp, altın bir çekiç gibi. Bu değerli aletlerle çivi çakılır mı? Bunlar bize sadece dünyayı değil, ebediyeti kazanmak için verilen hassalarımızdır. Bu eşsiz duyguları; dünyada yerli yerinde kullanmazsak, bunlara sahip olmayan hayvan ve bitkilerden ne farkımız kalır ki…
...
Bu dünyayı bir hamam tasına benzetmişler. Yıkanmak için gelene, sırayı devreder. Dünyadan kim ne götürebilmiş ki, biz götürelim? Kapalı Çarşı’nın altınları dün de vardı, bugün de var. Onlar aynı yerde duruyorlar. Ne eksiliyor, ne fazlalaşıyorlar. Sadece el değiştiriyorlar. Onlar üzerinden helâl ya da haram ne kazandıysa onun hesabını vermek üzere gidiyoruz. Mal da böyle.. Mülk de böyle.. Evlat da böyle..
Yunus Emre’miz ne güzel der:
Mal sahibi, mülk sahibi!
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan.
Var biraz da, sen oyalan.
...
Dünya tarla, insan çiftçi… Yaşarken ekiyor dünya tarlasına tohumunu. Mahşer günü harmanını yapmak üzere. Bedenen değil yani kesben dünyayı terk etmemiz istenmiyor zaten bizden. Kalben terk etmemiz isteniyor ama bu da o kadar kolay olmuyor. Yaşlandıkça insanda mala ve dünyaya karşı alaka artıyor. Bu fazlalıklar da ağırlık yapıyor ve hayatımızın mânen yükselmesine mâni oluyor. Bizi aşağıya doğru çekiyor da çekiyor. Yükselmek isteyen balonlar, nasıl içindeki ağırlıkları atarsa bizim de hayatımızın içindeki işe yaramayan ağırlıkları atıp kurtulmamız gerekiyor. Yoksa yere çakılmak ya da bir tepeye çarpmak kaçınılmaz.
...
Sevdiğiniz dostunuz, komşunuz vefat eder. Haberini alır almaz şaşırırsınız önce. Sonra kendinizi toparlarsınız, diliniz duaya durur. Aranızda yaşadığınız hatıralar geçer bir bir gözümüzün önünden. Artık yapacak bir şey yoktur. Emir Allah’tandır. Vade dolmuş, ecel gelmiş. Bir fâni daha ebediyete göçmüştür. Dilinizde dualar, gözünüzde damlalar, kalbinizde hatıralar...
Mehmet Kırkıncı Hocamıza ve Said Özdemir Ağabeyimize Allah’tan gani gani rahmet diliyoruz...