Cuma namazını kılmak için camiye gittiğimde geç kaldığım için avluda serili hasırlardan birine oturduğumda ilk sünneti kılıp selâm verdiğimde sağımda oturan beyefendi farklı tarzda giyimiyle ve ellerinde hemen her parmağında takılı olan irili ufaklı rengârenk taşlarla süslü gümüş yüzükleriyle ve takriben elli yaşına ulaşmış olduğundan kırlaşmış kızıla boyalı saçlarıyla dikkatimi çekti.
Sonrasında dikkatimi okunan hutbeye vermek maksadıyla önüme baktığımda eşofman giymiş gayet kilolu bir beyefendinin ön safta oturduğunu ve öne doğru eğildiği için eşofmanının aşağı inmesi tişörtünün de yukarı çıkması sebebiyle sırtının mahreminden nazarımı ve dikkatimi uzaklaştırdım. Anlatılanları daha iyi anlamak için yönümü sesin geldiği tarafa hutbeye çevirdim. Hutbenin konusu hayvan haklarının gözetilirken insan haklarının hafife alınması yüzünden yaşanan olumsuzluklar, insanların gördüğü zararlar ve nasıl telafi edilmesi gerektiği üzerine idi.
Yanımda oturan, tarzı itibarıyla ilk bakışta farklı görünen beyefendinin, ön saftakilere seslenmesiyle dikkatim yeniden dağıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki “O değil, diğeri” dedi. Derken, sırtı açılmış bir kişiye arkadan seslendiğini öğrendim. Hem sözlü, hem de eliyle işaret ederek “sırtın açılmış, eşofmanını düzelt” dedi. Uyarılan kişi de hemen kendine çeki düzen verdi.
O an içimden, yanlış olduğunu fark ettiğim hâlde bunu görmezden gelmiş olmaktan dolayı kendime kızdım. Ancak burada bir hassasiyeti de göz ardı etmemek gerekiyor: Cuma hutbesi esnasında konuşmak, hatta konuşanı susturmak bile uygun görülmemiştir. Bu sebeple böylesi uyarılar, hutbeden önce veya sonra, güzel bir dille ve uygun bir zamanda yapılmalıdır.
Namazdan sonra yanımdaki kişiye, nazikçe yaptığı bu uyarı için teşekkür ettiğimde, verdiği cevap çok hoşuma gitti: “Tabiî uyaracağım, zararı hem bana, hem kendisine...” Bu sözü beni ayrıca etkiledi. İlk bakışta toplumda marjinal bir görüntüye sahip bu kişinin içten duyarlılığı beni gerçekten mutlu etti. Toplum olarak birbirimizden sorumlu olduğumuzu bir kez daha hatırladım. Bu haftaki yaşanmışlığı, hem sorumluluk duygusunu, hem de nezaketin zamanlamasının ne kadar önemli olduğunu düşündürdüğü için sizinle paylaşmak istedim. Çünkü yanlış sadece sahibine değil, çevresine de zarar verebilir; ama uyarının şekli ve zamanı da en az niyeti kadar önemlidir.
"İnsana en çok acı veren şey, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur." diyor Dostoyevski.
Genelde haklı olduğumuz durumlarda, üslubumuz ve söyleme esnasında yaşadığımız strese bağlı ses tonundaki yükseklik, bizi haklı olduğumuz durumlarda da haksız duruma düşürebiliyor maalesef.
Haksızlığa uğradığınızı hissettiğinizde sükuneti sağlayabilmek, sakin kalabilmek herkesin harcı değil maalesef. Bu büyük bir maharet gerektirir aynı zamanda. Sonunda haklı olduğunuz halde bir şeyleri değiştirmenin çok ama çok zor olduğunu anladığınızda iş işten geçmiştir çoğu defa. Attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değmez. Harcadığınız emek, gösterdiğiniz performans, yaşadığınız ve yaşattığınız stres yanınıza kâr kalmıştır. İşin sonucunda bir fayda bir kazanç da elde edemezsiniz üstelik...