Yıllardan beri uygulanan ve yürürlükteki herhangi bir kanuna dayanmayan başörtüsü yasağı konusunda öyle uygulamalar yapılıyor ki, duyan da şaşıyor, duymayan da.
Yeri geliyor bir başörtülü ‘fabrikaya’ ziyaretçi olarak dahi alınmıyor, yeri geliyor oğlunun yemin törenini izlemek isteyen ‘başörtülü anne’ye müsaade edilmiyor, yeri geliyor orduevindeki düğüne başörtülüler alınmıyor, yeri geliyor konuşmacı olarak davet edilen ‘yabancı bir misafir’ başörtülü olduğu öğrenilince üniversite binasına, ‘kamusal alan’a alınmıyor!
“Yeri geliyor” listesini uzatmak mümkün, ama bir ilave ile ‘liste’ye son verelim: Yeri geliyor bir üniversite rektörü, başörtülülerle aynı salonda bulunmayı kendisine yediremiyor, başörtülüler salonu terketmeyince kendisi terkediyor. Hem de bu hadise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanının ‘misafir’ olarak bulunduğu anda gerçekleşiyor.
Türkiye’de ve dündaya yaşananlardan habersiz bazı artniyetliler, bu ‘liste’nin abartmalarla dolu olduğunu, böyle hadiselerin yaşanmadığını bile iddia edebilirler. Keşke öyle olsa... Ne var ki, bu listede yazılanların tamamı yaşanmış, kayıtlara geçmiş ve ‘arşiv’e mal olmuş hadiselerdir.
Tabii ki, “Başörtülü bir anne, oğlunun yemin törenine alınmadı” şeklindeki bir haber ilk duyulduğunda hiç kimse inanmak istemez. Her duyan, “Bu kadar da olmaz” der. Fakat herkes biliyor ki bu hadise bir değil, birkaç defa yaşandı. Ne yazık ki Türkiye’yi idare edenler sanki bu hadiseler olmamış gibi davrandı ve davranmaya devam etti. Tamam, muvazzaf ya da emekli bir generale ‘dokunulması’ önemlidir, ama başörtülü bir anneyi yemin törenine almamak önemsiz midir? Böyle bir davranış en az ‘darbe planı’ kadar tepkiyi, ikâzı ve cezayı hak etmez mi? Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir uygulama olabilir? Muasır medeniyet seviyesine ulaşmış her hangi bir ülkede buna benzer bir uygulama yapılsa itiraz sesleri Çin’den bile duyulmaz mı? Apaçık bir yanlışa nasıl itiraz edilmez ve bu sessizlik nasıl izah edilebilir?
Müdakkik bir okuyucumuzun başından da benzer bir hadise geçmiş. Tesettürlü hanımıyla birlikte, oğlunun yemin törenini takip için ilgili askeri birliğe gitmişler. Yemin törenini takip etmeye gelen hanımların çoğu da başörtülüymüş. Nizamiye girişinde başörtülü hanımları durduran görevli, “Başörtülerinizdeki ‘iğne’leri çıkarın” demiş. Okuyucumuz da, eline iki iğne alıp ‘görevli’nin eline tutuşturmuş ve “Al, bunlar sende kalsın” deyip eşine ve diğer başörtülü hanımlara “Geçin” demiş. Bu esnada da ‘görevli’ye güzel ve hamasi bir ‘nutuk’ çekmiş. “Biz” demiş, “İslâma bayraktarlık yapan bir milletin evlâtlarıyız. Buraya, çocuğumuzun yemin törenini takip için geldik. Böyle muameleler bizim ağırımıza gidiyor vs.”
Bu kararlı tutum karşısında ‘görevli’ de “Biz de böyle olmasını istemeyiz, ama...” demek durumunda kalmış. Hatta nizamiyedeki başka bir görevli de gelip, okuyucumuzu ‘işaretle de olsa’ tebrik etmiş. En azından okuyucumuz onun hâlini öyle yorumlamış. Neticede başlarını açmadan, iğnelerini sökmeden, önden bağlamadan, her zamanki tesettürlü kıyafetleriyle çocuklarının yemin törenlerini takip etmişler...
Bir ‘anne’ye “Başörtündeki iğneyi çıkar” demek neyin nesi? Bu şekilde davranarak mı “devlet millet kaynaşması” temin edilecek?
Türkiye’yi idare edenler bu meseleleri ‘önemsiz meseleler’ olarak görmesin. Basit gibi görünse de bu meseleler çok çok önemlidir. 2011 yılında hâlâ ‘iğne bekçiliği’ yapmak hiç kimseye prestij kazandırmaz vesselâm.