Türkiye’de yaşayanlar, ‘olgunlaşması için bekleme’yi iyi bilirler. Çünkü hemen her 10 senede bir siyasete ve demokrasiye müdahele eden darbeciler, metod olarak bunu kullanır. Milletin tepki göstermesinin önüne geçmek niyetiyle kafalarına koydukları darbe ve müdahaleye zemin hazırlarlar. Ne zaman ki “şartların olgunlaştığı”na kanaat getirirler, o zaman harekete emir verir ve darbe yaparlar.
Bunun en çarpıcı olanı 12 Eylül 1980’deki darbedir. 12 Eylül’ün 2. Ordu Komutanı ve Kenan Evren’in müşaviri Bedrettin Demirel, darbeden sonra (5 Temmuz 1987 tarihli Milliyet’e) verdiği bir röportajda bunu itiraf etmişti: “Hep konuşuyorduk. 12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımızın çoğu, ‘Tam olgunlaşsın, millet tarafından tamamen tasvip edilsin’ dediler. Bana kalsaydı, en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı.”
Benzer şekilde bir “olgunlaşmasını bekleme” tuzağıyla karşı karşıyayız. Komşumuz Suriye’de yaşanan dram, akan göz yaşı, dökülen kan bitmek tükenmek bilmiyor. Sebebi ve sorumlusu kim olursa olsun, masum kadınlar ve çocuklar ağır bir bedel ödüyor. Bilhassa son günlerde Suriye’den çok üzücü haberler geliyor. Binlerce kişi sınıra dayanmış vaziyette. Muhtemelen büyük devletler bir hesap ve pazarlık içinde. Çünkü bir yandan diploması yoluyla krizin çözülmesi gerektiği ifade edilirken, bir yandan da işin içine ‘kan’ karışıyor. Birleşmiş Milletler (BM) ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, hem Suriye hem de Türkiye’yi ziyarat etti ve muhtevası çok da açıklanmayan görüşmeler gerçekleşti. Aynı şekilde CIA Başkanı Türkiye’ye geldi. Başbakan R. Tayyip Erdoğan ziyareti şöyle değerlendirdi: “CIA Başkanı Millî İstihbarat Teşkilâtımızın, aslında misafiri olarak buradaydı. Ve bizimle de görüşme taleplerini ben de olumlu buldum ve (...) görüşmeyi yaptık. Bu noktada gerek bölgedeki gelişmeleri değerlendirme fırsatımız oldu, gerek şuanda son gelişmeler, malum Suriye-Irak buraları.” (http://www.hurriyet.com.tr, 14 Mart 2012)
Suriye konusu, dünya liderlerinin de gündeminde, ama onlar da her halde akan kanın durmasından ziyade; hadisenin olgunlaşmasını bekliyorlar. ABD Başkanı Barack Obama ile görüşen İngiltere Başbakanı David Cameron, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın, baskıya devam etmesi durumunda ‘’Bir iç savaş ve devrimle’’ karşı karşıya kalacağını söylemiş.
(AA bülteni, 14 Mart 2012)
Suriye’deki hadiseleri değerlendiren İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ise yaklaşan bir tehlikeye dikkat çekmiş. Ortadoğu’da yaşanan değişim süreciyle ilgili olarak ‘’Yaşanılan Arap Baharı değil, Arap Sonbaharı, bu diktatörlerin düştüğü zaman’’ diyen İhsanoğlu, Suriye konusunda ‘’askerî müdahaleye ve muhalefete silâh gönderilmesine karşı olunması ve Suriye’deki krizin iç savaşa dönüşmemesi’’ gerektiğini hatırlatmış. İhsanoğlu, Suriye’de ‘’neler yapılması gerektiği’’ konusunda ise henüz uzlaşma olmadığını, insanî yardım koridoru oluşturulması ya da Suriye’ye BM-Arap Birliği-İİT askerî gücü de göndermek dahil pek çok önerinin gündeme geldiğini, ancak BM Güvenlik Konseyi kararıyla bu konuda yetki verilmeden birşey yapılamayacağını söylemiş. (AA bülteni, 14 Mart 2012)
Ciddî bir krizle karşı karşıya olduğumuz belli. Bu krizin en az hasarla atlatılması için mümkün olan her çareye müracaat edilmeli. Atılacak yanlış bir adım, komşu ülkelerle aramızın bozulmasına ve kardeşliğin zedelenmesine sebep olur.
Uzun süre ‘küs’ kaldığımız, son yıllarda dostluğun yeniden pekiştiği Suriye’nin bir an önce huzura ve sükûna kavuşması en büyük temennimiz. “İfsat şebekeleri”nin oyunlarının bozulması ve yumuşak bir geçiş için duâcıyız...