02 Kasım 2011, Çarşamba
Nasıl ki insanları övmek tehlikelidir, benzer şekilde ülkeleri övmek de içinde gizli bir tehlike taşır. Hele bu övmeler, umulmadık ve beklenmedik zamanda gelirse, iyice şüphelenmek gerekir.
Geçmiş yıllarda da şahit olduğumuz üzere, Türkiye ile ‘büyük devletler’ arasında zaman zaman ‘övme seansları’ düzenlenir. Türkiye’yi idare edenler de umumiyetle bu tuzaklara düşerler. Hatta, “Bakın, siz beğenmiyorsunuz, itiraz ediyorsunuz; ama ‘büyük devletler’ bizim yaptığımızı beğeniyor ve hatta övüyor” diyerek kendilerini savunurlar.
Yerli yersiz övgüleri her zaman ihtiyatla karşılamak lâzım. Çünkü tarih şahittir ki böyle övgülerden sonra mutlaka Türkiye zarara uğratılmıştır. Bu durumun en çarpıcı misallerinden biri, birinci Irak savaşı sırasında yaşanan hadisedir. O günkü ABD yöneticileri Türkiye’yi övmüş, hatta bu konuda ABD’ye sağlanan destek neticesinde “Bir koyup üç almayı” bile vaad etmişler. Ama neticede ABD’nin Irak’a müdahalesinin maddî faturasını da biz ödedik.
Benzer şekilde 12 Eylül darbesi sonrasında dönemin darbeci lideri Kenan Evren, şahsî dostluğunu ve dolayısıyla ‘yetki’sini kullanarak Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine müsaade etmiş ve neticede Türkiye’nin menfaatleri heder olmuştu. Sonraki yıllarda Evren de yaptığının hata olduğunu kabul etmiş, ama bu itirafın bir faydası olmamıştı.
Şimdi de benzer bir övgü fırtınası ile karşı karşıyayız. Washington’da düzenlenen “Amerikan Türk Konseyi’nin (ATC) 30. Yıllık Konferansı”nda konuşan Amerikalı yetkililer sözbirliği etmişcesine Türkiye’ye övgüler yağdırmış. Tabiî ki Türkiye’nin övülmesinden gocunacak değiliz. Ama bu övgüler hakikati ne ölçüde yansıtıyor? Yoksa bu övgülerin altında Türkiye için yeni tuzak ya da tuzaklar mı var? “Çok iyisiniz, Ortadoğu’ya ‘laik örnek’siniz, ‘Füze Sistemi’ni de kabul ettiniz. Bir de şu şu planlarımızı kabul edin!” mi denmek isteniyor?
Amerika, öncelikle ‘menfaat’ini düşündüğünü her defasında ortaya koymuş bir ülkedir. Meselâ, “İkinci Irak Savaşı” sırasında TBMM’den istediği ‘yetki’yi alamayınca açık ya da örtülü olarak “dost ve müttefik”i olan ülkemizi tehdit etmiştir. Şimdi sıralanan övgüler acaba ne ölçüde samimidir? Yoksa yeni tavizler koparılmak için mi bu sözler sarf ediliyor?
Elbette ülkemiz 10 yıl öncesinin Türkiye’si değildir. Bütün dünya olduğu gibi ülkemiz de gelişmiş ve değişmiştir. Ancak temel problemlerin çoğu yerli yerinde duruyor. Yenisini yapmak için çalışmalar başlatılmış olsa da, hâlâ 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan “1982 Anayasası” ile yönetiliyoruz. Kişilere bağlı iyileşmeler olsa da ‘kurum’ olarak kalıcı iyileşmeler temin edilebilmiş değil. O halde sıralanan bu övgüleri ihtiyatla ve şüpheyle karşılamakta fayda var.
Ayrıca bu övgülerde gizlenen “Siz en iyisi İsrail ile her zaman dost olun, onlarla işbirliği yapın” ve “Arap dünyasına laiklik taşıyın, laikliğinizle onlara örnek olun” vurgusu da şüphe uyandırıyor. Dünya nizamını tanımayan bir İsrail’le ‘her adımda dost’ olmak Türkiye’nin menfaatine değildir. “Mavi Marmara” örneğinde olduğu gibi dünya ve bütün insanlık nezdinde yanlış yapan ve yaptığı yanlışı savunmaya devam eden bir İsrail ile ne ölçüde kalıcı dost olunabilir?
“Arap baharı”na Türkiye’nin ‘laik cephesi’ ile örnek gösterilmesi de tutarlı olmaz. Çünkü Türkiye’deki laiklik, dünyadaki en katı ve ‘en kötü’ uygulama olarak yer bulmuştur. Böyle bir anlayışı İslâm ülkelerine taşımak Türkiye’ye ne kazandırır?
Yapılan övgülerle tuzağa çekilmediğimizden emin miyiz? İhtiyatlı ve tedbirli olmakta fayda var, vesselâm.
Okunma Sayısı: 1164
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.