"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

14. Risale-i Nur Kongresi büyük ilgi gördü: Türkiye’nin ihtiyacı adil hukuk, hürriyet ve adalet

06 Nisan 2021, Salı 02:00
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ HAZRETLERİ’NİN VEFAT YIL DÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE HER SENE DÜZENLENEN RİSALE-İ NUR KONGRELERİ’NİN ON DÖRDÜNCÜSÜ PANDEMİ ŞARTLARI SEBEBİYLE ONLİNE OLARAK GERÇEKLEŞTİRİLDİ. “İNSANLIK İÇİN YENİDEN ASR-I SAADET” KONULU KONGREYE KATILAN PANELİSTLER, İSLÂMIN HÜRRİYET, ADALET VE HUKUKTAN YANA OLDUĞUNU; TEK ADAMLIK, ZULÜM, İSTİBDAT VE HUKUKSUZLUĞA KARŞI ÇIKTIĞINI DİLE GETİRDİ.

Haber: Nurseza Parlakoğlu - Lütfiye Özdemir

Kongre büyük ilgiyle takip edildi

Risale-i Nur Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen “İnsanlık için yeniden Asr-ı Saadet” konulu kongre büyük ilgi gördü.

Zaman ispat etti

Programın açış konuşmasını Yeni Asya AŞ. Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Atik gerçekleştirdi.

Atik konuşmasında: “Bin seneden beri İman ve Kur’ân aleyhinde terakküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Bir Cennet-i daimiyenin anahtarı, medarı, esası olan erkân-ı İmaniyeyi sarsmak istiyorlar ve sarsıyorlar. Elbette her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkikiye çevirip kuvvetlendirmeliyiz. Eski zamanda büyük zatlar mükerreren demişler ki; Mütekelliminden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek bütün hakaik-i imaniyeyi İslâmiyeyi delâil-i akliye ve kemal-i vuzuhla ispat edecektir. Evet zaman ispat etti ki o adam Risale-i Nur’dur. Yüz yıldır imanî meselelerde, özellikle içtimaî ve siyasî konularda âlem-i İslâmın kafası karışıktır ve el yordamıyla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Çoğu zamanda fayda yerine zarar meydana geliyor. Üstadımızın yüz sene evvel kendi diliyle şimdi de Risale-i Nur vasıtasıyla söylediklerini tekrar edelim: ‘Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacak ve hakikat meydana çıkacaktır, inşallah’” dedi.

Geleceğe dair ümitleri yeşertiyor

Kongrenin mahiyetiyle ilgili bir açış konuşması da Risale-i Nur Enstitüsü Sekreteri Ahmet Dursun tarafından gerçekleştirildi.

Dursun konuşmasında Asr-ı Saadet değerlerini günümüze taşımanın yeni bir dünyanın inşası için gerekli olduğuna dikkat çekerek, “Başkasının da mutluluğunu düşünme, paylaşma, dayanışma, adalet, hürriyet, muhabbet ve kardeşlik gibi fıtrî anlayışların hâkim olduğu bir dünyanın “Asr-ı Saadet” adıyla daha önce yaşanmış olması gerçeği, insanlığın geleceğinde de böyle bir dünyanın olabileceği ümitlerini yeşertmektedir. Gelecek yıllar Asr-ı Saadet’i ifade eden manaların arandığı yıllar olacaktır.  Dünya barışını ve insanlığın saadetini netice verecek bu imkânları araştırmak, hayatı çatışma, mücadele ve daha çok kazanma üzerine kuran kapitalist ilişki biçimlerinin ve dünyamızı esir alan postmodern maddeci  yaklaşımların tek geçerli yöntem olmadığını anlatmak ve insanlığı bunlardan azade kılacak işleyiş ve mekanizmaların yolunu Risale-i Nurlar’ın sunduğu fikirlerden yararlanarak göstermek Enstitümüz tarafından düzenlene İnsanlık İçin Yeniden Asrı Saadet kongresinin  temel yaklaşımını ve amacını ifade etmektedir” dedi.

İslam’da baskıcı yönetim anlayışı yoktur

Programın devamında Panel yöneticisi Dr. Ömer Ergün Asr-ı Saadet ile ilgili temel bilgiler vererek paneli başlattı. “İnsanların en bahtiyar olduğu çağ” olarak ifade edilen Asr-ı Saadet’in literatürde bazı değerlerinin söz konusu olduğunu söyleyen Ergün, “Asr-ı Saadet’te özellikle yardımlaşma, doğruluk, sorumluluk, sevgi, merhamet, saygı, güvenirlik, hoşgörü gibi kavramların olduğu literatürde görülmektedir” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm) ve 4 halife döneminden sonra hilâfetin saltanata dönüşmesinin İslâm’ın bir gereği olmadığını ifade eden Ergün, “İslâm’ın öngördüğü imtiyazsız toplum ve âdil devlet düzeninden bu açık bir sapmadır. İslâm’ın doğru tanımında baskıcı, dayatmacı, tek adam veya kurul istibdadına dayalı bir yönetim anlayışı yoktur” ifadelerini kullandı. Günümüzde Kur’ân’ın ve onu bütün haliyle yaşayan Peygamber Efendimiz’in (asm) güzel ahlâkına hepimizin ihtiyacı olduğuna dikkat çeken Ergün, “Bu anlamda yeniden Asr-ı Saadet’e, özümüze dönmeli, huzurun, mutluluğun, barışın ana ilkelerini orada aramalıyız” dedi.

Bu mu’cizenin müjdesi Risale-i Nur’dur

İlk konuşmacı Prof. Dr. Ömer Önbaş, tıp dili ile enzim ve Risale-i Nurlar’ı karşılaştırarak bir sunum gerçekleştirdi.

Önbaş özetle şunları anlattı: “Risale-i Nur, Kur’ân’ın peygamber mu’cizelerini zikretmesinin hikmetlerini açıklarken, hem peygamberlerin örnek ahlâklarını, ubudiyetlerini ve Rabbimiz yanındaki makbuliyetlerini nazara verir. Hem de Peygamberlerin ellerindeki sanatlara insanlığın dikkatini çeker, benzerlerini yapmaya teşvik eder. İnsanlığın gitgide ihtiyacı artar, asırların meşvereti ile çalışır, çabalar ve ahir zamanda büyük gelişme kat ederek Peygamberlerin mu’cizelerine yaklaşır. İnsanlık, fen ve teknoloji ile faklı unvanlar altında mu’cizelere benzer gelişmeleri bir nevi Peygamberleri tasdik hükmüne geçer. Hz. Peygamber’in (asm) en büyük mu’cizesi, getirdiği Kur’ân Nur’u ile bedevi, vahşi, adetlerinde mutaassıp, inatçı bir kavmi en medeni ve bütün insanlığa muallim, üstad eylemesidir. Ahir zamanda, diğer Peygamberlerin gerçekleşen mu’cizeleri elbette Hz. Peygamber’de (asm) de gerçekleşecektir. İnsanlığın düştüğü zor duruma bakılırsa, bu mu’cizeye olan ihtiyaç çok şiddetlenmiştir. İşte bu mu’cizenin müjdesi ve yol haritası Risale-i Nur’dur.”

Türkiye’nin adil hukuk ve hürriyete ihtiyacı var

Üçüncü konuşmacı Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, “Modern toplumların saadeti mutluluğu hangi prensipler etrafında gerçekleşecek?” sorusu üzerinden konuşmasına başladı. 

Erdoğan şunları söyledi: “Hukukun ne olduğunu anlamak için evvelâ onun ne olmadığını belirlemek gerekiyor. Bu nokta Türkiye için fevkalâde önemli. Çünkü Türkiye’de hâkim olan düşünüş ve anlayışa göre hukuk devletin vatandaşlara yönelik tek taraflı emirleri buyrukları hatta dayatmalarıdır. İşte hukukun ne olduğunu anlamak için tam da bu düşüncenin karşıtını kendime kılavuz edinmemiz gerekiyor. Yani hukuk devletin cebir gücü sayesinde vatandaşlara tek taraflı olarak dayattığı bir emirler sisteminden ibaret değildir. Hukuk esasen kişilerin akıl ve irade sahibi failler oldukları varsayımına dayanır. Hukukun muhatabı akıl ve irade sahibi sorumlu failler olarak insanlardır. Hukuk bu şekilde anlaşılan kişiler ve yurttaşlar ile devlet arasındaki bir karşılıklılık ilişkisinin ürünü olarak ortaya çıkar ve kişilerin kendilerini uymakla yükümlü addettikleri bir normlar sistemi olarak görülür. 

Hukuk insanların davranışlarını yönetir. Hukukun tek taraflı bir devlet dayatması değil de karşılıklılık ilişkisi çerçevesinde üretilen bir ürün olduğu düşüncesi ilişkinin bir tarafı olan devletin hukuku ürettiği ölçüde onu âdil bir şekilde yapmasını gerektirir ki ancak vatandaştan ona itaati talep edebilsin. Böylece hukuk kişilerin uymak zorunda oldukları buyruklar değil aksine kişilerin uymayı bir yükümlülük olarak hissettikleri hukuka uymayı bir yükümlülük olarak gördükleri durumda doğru anlamda hukuktan söz edebiliriz. Sahici hukuk âdil bir hukuktur. Ama âdil bir hukukun ne olduğunu anlamak için evvelâ kısaca adalet kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Doğu Roma İmparatoru Justinyanus zamanında derlenen bir kitaba atıfta bulunan Erdoğan, “Bu klâsik tanım adaleti herkesin hakkı olan veya hak ettiğini verme konusundaki sarsılmaz irade olarak tanımlıyor. Bu tanımı esas aldığımızda sormamız gereken insanların hakkı nedir? İnsanlar neyi hak ederler? Bu sorunun cevabını şu dört ilkede toparlayabiliriz. Birincisi insanlar doğuştan sahip oldukları evrensel insan haklarını hak ederler: bu herhangi bir ayrım tanımayan bir haktır. İkinci olarak yine adaletin gereği herkes kendi çabasıyla meşrû yoldan kazandıkları ile hak sahibidir. Üçüncü olarak ortak işlerde nimet ve külfetlerin dağılımından kişiler âdil pay hak ederler. Dördüncü ilke ise, adalet kişilerin cezayı hak ettiği veya tazmin ve telâfi borcu altında olmalarını gerektirmektedir. Bu dört ilke çerçevesinde hukuk toplumda barış ve düzeni temin eden vazgeçilmez bir araç olarak ortaya çıkıyor.”

Bütün kuvvetimle adaletin lehinde, zulmün aleyhindeyim

DR. ÖMER ERGÜN: İSLÂMDA BASKICI YÖNETİM YOKTUR.
PROF. DR. ÖMER ÖNBAŞ: PEYGAMBERİMİZİN (ASM) EN BÜYÜK MU’CİZESİ KUR’ÂN’I İNSANLIĞA REHBER ETMESİ.
PROF. DR. MUSTAFA ERDOĞAN: HUKUK KEYFÎLİĞİ ÖNLER.
PROF. DR. CİHANGİR İSLAM: DEMOKRASİ TAHAKKÜME KARŞI BİR SİGORTA. 
PROF. DR. İLYAS ÜZÜM: RİSALE-İ NUR İNSANLARI ASR-I SAADETE ULAŞTIRAN BİR PROGRAMDIR.

Erdoğan, şu şekilde devam etti: “Hukuk eskiden kişisel bir erdem olarak görülmekteydi, ama modern zamanlarda son 300 yıldır hukuk daha ziyade toplumsal siyasal kurumların bir vasfı olarak kullanılıyor. Adaletin toplumsal siyasal kurumların bir vasfı olarak görülmesi için devlet ve kişiler arasındaki ilişkinin bir karşılıklılık ilişkisi olarak anlaşılması gerekir. Adalet devletin yurttaşlara istediği zaman verip istediği zaman geri alabileceği birer bağış değil, onlara teminle mükellef olduğu bir görevdir. Hukuk insanlara ne yapmaları kendileri için doğru olanın ne olduğunu buyrulması demek değildir. Hukuk insanlara amaç dayatamaz. Hukuk insanların veya bir kişinin akıl ve irade sahibi sorumlu birer fail olarak hangi amaçları güdeceğine, hayatı nasıl yaşayacağına kendisinin karar vermesini, ama bu kararın uygulanma alanının sınırlarının hukuk tarafından belirlenmesi gerekir. Hukuk bize bir çerçeve çizmelidir. Bir hukuk sisteminin âdil olması için hak arama yollarının açık olması gerekiyor ve mahkemelere erişiminde kolay olması gerekiyor. Hukuk Devletin buyrukları demek değildir. İktidarın kendisi, gücün kendisi yozlaştırır, insanı bozar. Hele kuralsız, keyfi bir iktidar söz konusu ise hele devlet benim diyen bir irade ile karşı karşıyaysanız bu durumda devlet gücünün meşrû olmadığı belli olan apaçık durumlarda dahi insanlara keyfi olarak haksız olarak müdahale eder bütün devletler. O zaman bize bir ilke, hürriyet ve özgürlük karinesi lâzım.  Kısaca Türkiye’nin bugün en fazla ihtiyaç duyduğu şey âdil hukuk ve hürriyettir.”

Demokrasi, tahakküme karşı bir sigortadır

Üçüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Cihangir İslam, konuşmasına Medine Sözleşmesi’nin önemine dikkat çekerek başladı.

İslam, şu ifadeleri kullandı: “İstibdat bizim neyimiz olur? Zalim bir istibdadın yerini salih bir istibdat alırsa sorun çözülmüş mü olur? Salih istibdat kendi içinde karşıtlığı da taşıyan bir kavram. Ben salih bir istibdadın olamayacağı, istibdadın bizatihi kötü olduğu kanaatindeyim. Zorlamanın bizatihi kötü bir şey olduğunu biliyoruz. Kendi kişisel hayatımızda da toplumsal hayatımızda da tecrübe ediyoruz. Elinizde mutlak hakikat olsa bunu bana zorla, dayatmayla önüme koyup bunu kabul etmemi isteyemezsiniz. Bu bir gönül işidir, gönüllülük, rasyonalite işidir.” İktidarın, insan fıtratına son derece aykırı olan istibdadı bir anlamda içselleştirdiğini ifade eden İslam, “Bu hastalıklı durumu sadece Türkiye’de değil belki bütün İslam dünyasında değiştirmek mükellefiyetimiz vardır” dedi.

İslam konuşmasına şöyle devam etti: “Bir Müslüman zihin tarihe baktığında Nemrut’un karşısındaki Hz. İbrahim’in, Firavun’un karşısındaki Hz. Musa’nın ve dönemin hâkimlerinin karşısındaki Hz. Peygamber’in mücadelesini rahatlıkla görebilir. Ahlaki açıdan herhangi bir monarşinin, oligarşinin meşrû olamayacağı, yönetimin tümüyle ortak bir hakkı ve gö- revi olduğu kanaatindeyim. Gerek Emevi dönemi ve sonrasını, ama aynı zamanda 4 Halife dönemini de bizim mukayese edebilmemiz için bir mihenk taşına ihtiyacımız var. Ben bu mihenk taşını Hz. Peygamber’in (asm) Medine’de geçirdiği 10 yıl içerisinde buluyorum. Orada yerleştirmeye çalıştığı yönetim anlayışı sözleşmeye dayalıydı. Bütün dönemin yapısına baktığımızda o kabile yapısının hiç kimse dışarıda bırakılmaksızın en küçük grubun dahi oy çokluğuna değil taleplerin niteliğine bakılarak hayata geçirilmiş bir sözleşme çabası olduğunu burada görüyoruz. Aslında sivil hayatın yönetime nüfuz edebilmesinin belki de yegâne yolu bu sözleşme modelidir. 

İkincisi eşitlik ilkesinin ve özgürlük prensibinin çalıştığını görüyorum. Aşağı yukarı 10 bin nüfusu olan Medine’de 4 bin 500 putperest 4 bin kadar Yahudi bin beş yüz Müslüman, 30-50 arasında Hıristiyan nüfus ve dönemin diğer inançlarının müntesipleri olduğunu görüyorsunuz. Ama bunların hepsi ile masaya oturuyor ve ortak bir sözleşme yapıyor. Prensip şurada, özel hukukunuz kendi inançlarınıza ait hukuku siz kendiniz yaşayabilirsiniz kendi içinizde birey, cemaat olarak, ama vurguladığı nokta kamu hukukunun idare hukukunun bütün gruplar tarafından ortak tesis edilmesinin bir anlamda zorunluluğu oluyor. O sözleşmede herhangi bir resmi ideoloji yok. Şunu görüyorum adeta Medinelilik üzerinden bütün bu heterojen insanlar arasında bir ortak kimlik oluşturmaya çalıştığını görüyorum. Yine kamu ve idare hukuku üzerinden. Bugün bunların rahatlıkla uygulanabileceğini önemli olanın insanın burada irade koyması olduğunu düşünüyorum. 

Bugün ne yazık ki kadim bir mesele olan ve bu iktidar tarafından da bize yaşatılan tek tipleşme hadisesidir. Tek tipleştirme hadisesini hem Müslüman ve inanmayanlar arasında düşündüğümüzde Müslümanların böyle bir hakkı olmadığını görüyoruz. Müslümanlar arasında da tek bir mezhebi veya meşrebi adeta resmi ideoloji olarak dayatacağı ve bizim tarihimizden bugüne kadar gelen bu çoğulcu yapıyı bozacağı, buna hasar vereceği kanaatindeyim. O yüzden bugünün yanlışları içerisine şunu koyabiliriz: Devlet tarafından kimlik dayatılması yanlış bir uygulamadır, insan haklarına aykırı bir uygulamadır. 

Pedagojik açıdan da insanın tekâmülünü engelleyecek yapıdadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Lem’alar’da şöyle diyor: “Meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.” Bu kadar net ve bu kadar açık bu konuda.

Müslüman güçlü olduğu yerlerde diğer grupların hamisidir, koruyucusudur. Onlarla birlikte hak mücadelesi vermek zorundadır. Bu bir görevdir. Bugünkü iktidar Müslüman kimliğini birtakım imtiyazlarla açıklamaya çalışıyor. Eğer Allah’ın Rahman sıfatına bakarsak bu dünyanın nimetleri istisnasız bütün mahlûkata eşit şekilde açıktır. Müslümanın farkı nedir? Müslümanın farkı hissettiği sorumlulukta, üstlendiği vazifededir. Bu dünyada hak mücadelesi, adalet mücadelesi yapmak ve neticede sınavını başarılı bir şekilde verip bu dünyayı onurlu bir şekilde terk etmektir. Medine Sözleşmesi’nde hukuk hakimiyeti görüyorum. Kanun hâkimiyetinin kişi hâkimiyetinin önüne geçtiğini görüyorum. Yine Üstad’dan bir cümle okuyayım: “Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tabî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu.” 

Laiklik kavramına da değinen İslam, Batı’da bu kavram üzerinden ciddî mücadeleler yaşandığını anlatarak, “Batı’da laiklik mücadelesi yer yüzünden bütün inançları, kutsalı silme, bunların kökünü kazıma mücadelesi miydi yoksa herkesin inandığı veya inanmadığı gibi yaşadığı bu inançların hiçbirinin devlete resmî ideoloji olarak aktarılmadığı ve devletin de olabildiğince nötr yapısıyla büyük küçük fark etmeden bütün bu gruplara eşit mesafede durduğu bir yapı mıydı amaç bu muydu? Ben amacı ikincisi olarak görüyorum. Başta belki o Jakoben anlayışlar bir müddet hayat buldu, ama Batı’nın kendi mücadelesi takip edildiği zaman bu özgürlükçü tarafın kazandığı görülüyor. Mesele sözcükte değil içeriğinin ne ile doldurulduğundadır. Herkes inandığı gibi yaşayacaksa benim böyle bir prensiple sorunum olmaz. Gelelim Cumhuriyete. Cumhuriyet her halde şunun cevabı “Kim yönetecek?” Bir aile mi bir grup mu sınıf mı, hepimiz mi yöneteceğiz? Saddam Cumhuriyetti, İngiltere ve İsveç Krallık. Cumhuriyet sözcüğü tek başına çözmüyor olayı. O zaman “Nasıl yönetecek” sorusuna geliyoruz ki bence demokrasinin işle- vi burada ortaya çıkıyor. Laiklik bence mutlaklaştırmaya karşı geliştirilmiş bir sigortadır. Demokrasi de insanın insana, grubun gruba tahakkümüne karşı geliştirilmiş bir sigortadır” ifadelerini kullandı. 

Risale-i Nur Asr-ı Saadete ulaşma programıdır

Son konuşmacı Prof. Dr. İlyas Üzüm, Cahiliye ve Asr-ı Saadet kavramlarını açıklayarak konuşmasına başladı. Üzüm, Hz. Muhammed’in (asm) şahsiyet-i maneviyesinin, hüsn-i siret ve cemal-i suretinin, getirdiği mesajların fizikî âlem ve insan fıtratı ile uyumunun ve getirdiği mesajlara kendi tabiiyetinin cahiliyeyi Asr-ı Saadet’e çevirdiğine dikkat çekti. Asr-ı Cehalet ve Asr-ı Saadet karşılaştırması yapan Üzüm, cahiliyeyi Asr-ı Saadet’e çeviren değerleri de şöyle sıraladı: “1. İnanç alanında: Tevhide dayalı uluhiyet b) Melek inancı, c) Kitap (İlâhî mesaj) inancı, d) Nübüvvet inancı, e) Ahiret inancı, f) Kader inancı 2) Sosyal hayat alanında: a) Adalet, b) hürriyet (istibdadın kaldırılması), c) Sıdk ya da doğruluk, d) Uhuvvet, e) Şûrâ ve meşveret, f) Liyakat (emanet)…” İslâmî değerleri asırlara taşıyan Kur’ân, sünnet, ulema ve mücedditlere dikkat çeken Üzüm, Risale-i Nur’un müfessir, âlim, mürşit, müçtehid ve müceddit olarak bu değerleri asrımıza taşıdığını ifade etti. Risale-i Nur’un iman esaslarını, ibadetleri, içtimaî-siyasî hayatı ele alış biçimine vurgu yapan Üzüm, “Risale-i Nur, İslâm’ın iman esaslarını, ibadetleri ve ahlâk umdelerini insanî ve evrensel düzeyde ele almaktadır. Ferdi planda “saadet” imanın içselleştirilmesine bağlı olup Risale-i Nur bunu sağlamaktadır. Toplumsal planda saadet İslâm’ın adalet, meşveret, hürriyet, sıdk gibi prensiplerinin hayata geçirilmesine bağlı olup Risale-i Nur bu konuda tahşidat yapmaktadır. Risale-i Nur, başta müellifin hayatı olmak üzere ferdi olarak yüz binlerce insanın hayatında tecrübe edilmiş ve belirtilen sonuçları vermiştir, vermektedir. O halde Risale-i Nur çağımızda bütün insanlık için “Asr-ı Saadete” ulaşma programıdır, denilebilir” dedi.

SON

“İnsanlık İçin Yeniden Asr-ı Saadet”

***

Deklarasyonlar: Yeniden Asr-ı Saadet mesajları

Bu deklarasyonlar, Risale-i Nur Enstitüsü tarafından tertip edilen 14. Risale-i Nur Kongresi kapsamında gerçekleştirilen Masa Çalışmaları sırasında açıklanan ve genel kabul gören kanaatleri bildirmekte olup masa yöneticisi ve sekreteri tarafından toplantı sırasında alınan notlar üzerinde çalışılarak hazırlanmıştır.

1. MASA

KATILIMCILAR:

Prof. Dr. Ahmet Battal, Oturum Başkanı

Dr. Ali Bengi, Sekreter

Prof. Dr. Fikret Yükselen

Prof. Dr. Mehmet Tikici

Doç. Dr. Ahmet Yıldız

Doç. Dr. Vahap Coşkun

Doç. Dr. Veli Sırım

Doç. Dr. Murat Tümay

Dr. Öğretim Üyesi, Nasır Yiner

Dr. Öğretim Üyesi, Ömer Ergün

Doç.Dr. Öğretim Üyesi Murat Tahiroğlu

Kâzım Güleçyüz

Muttalip Aslan

1. MASA: DEVLET VE YÖNETİM ANLAYIŞI

- 1.  Asr-ı Saadetteki yönetim modeli, hakikî adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi esas alan bir dindar cumhuriyet modelidir.

- 2. Her biri seçimle gelen bir tür cumhurbaşkanı olan ilk dört halifeden sonra hilâfetin saltanata dönüşmesi ve bu din dışı geleneğin bin yıldan fazla sürmesi, “İslâm’ın gereği” değil, aksine, İslâm’ın öngördüğü imtiyazsız toplum ve âdil devlet düzeninden bir sapmadır. 

- 3. Asr-ı Saadet örneği bize imanın kuvveti ve parlaklığı nisbetinde hürriyetin de gelişeceğini gösterir. 

- 4. Asr-ı Saadette öyle bir hürriyet ve şeffaflık sağlanmıştır ki celaliyle meşhur Hazreti Ömer’e, hutbeye devam edebilmesi için önce üstündeki elbisenin hesabını vermesi gerektiği ve ancak bundan sonra irşada devam edebileceği söylenebilmiştir. 

- 5. Adalet önce haklının hakkını korumaktır. Suçluya cezasını vermek sonra gelir. O halde devlet suçluya cezasını verirken masumun hakkını korumaya öncelik vermelidir. Kendi hakkını feda etmeye gönüllü olmayan bir masumun hakkını ve bilhassa hayatını elinden almaya devletin asla hakkı yoktur. 

- 6. Kerametle adalet dağıtılmaz. Hukuk objektif delillere ve fiile bakmayı ve ihtimal üzerine hüküm vermemeyi gerektirir. 

- 7. Beşer zulmeder, kader adalet eder. Masum bir insan, başına gelen zulümlü musîbetin zaman içinde görünecek türden ve belki de ahirette ortaya çıkacak neviden sır ve hikmetler barındırdığını düşünmeli ve bu imtihanın ancak sabırla başarılabileceği gerçeğini hatırdan çıkarmamalıdır.  İşlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılan kişi, “kader buna neden fetva verdi, benim gizli bir günahım mı vardı” diye kendisini sorgulayabilmelidir. 

- 8. Hazreti Ali’nin, Hazreti Osman’ın katil zanlıları hakkında tatbik ettiği “şüpheden sanık yararlanır” ve “suç ve ceza şahsidir” ilkeleriyle açıklanabilecek olan isabetli adalet içtihadı ve adalet-i mahza vurgusu göstermektedir ki; devlet, fesat çıkaranı cezalandırmaya kalkarken yeni ve daha büyük sosyal problemler çıkarmaktan mutlaka kaçınmalıdır. 

- 9. Mü’min için devlet bizzat bir amaç değil, adalet ve hürriyeti temin edecek bir araç ve bir sonuçtur. Zira bir toplumda fertlerin çoğunluğunun kuvvetli iman ve takva sahibi olması halinde zaten bu iman o topluma hayat ve hürriyet olarak ve o toplumun devletine de istikamet ve adalet olarak akseder. Âdil devlet düzeni böylece “neredeyse kendiliğinden” ortaya çıkmış olur. 

- 10. Ferdîleşmede aşırıya kaçmak risklidir. Sosyal tabakalaşma ve cemaat dayanışması fıtrîdir. Yanlış olan; dinî cemaatlerin dünyevîleşmesi, genel olarak cemaatlerin devlete rakip vaziyetini alması ve siyasetçilerin de cemaatleri kendisi için basamak ve oy deposu olarak görmeye kalkmasıdır. 

- 11. İslâm’ın doğru tanımında baskıcı, dayatmacı, tek adam ve komite istibdadına dayalı bir yönetim anlayışının yeri yoktur. İslâm, adaleti, meşvereti, ortak aklı, hukukun üstünlüğünü, hak ve hürriyetleri, kanun hâkimiyetini, şeffaflığı, denetim ve hesap vermeyi, ahlâkî değerleri esas alan bir yönetim tarzını öngörür.

- 12. Ayetlerle emredilen asıl şer’î meşveret “danışmacı meşveret” değil “karar verici meşveret”tir. Hazreti Peygamberin (asm) Uhud Harbi’ndeki uygulaması bunun en güzel örneğidir. Birilerine danışıp sonra kendi bildiğini yapan, demokrat olamaz. 

- 13. Demokrat anlayış her tür baskıcılığı ve ideolojiyi reddetmeyi ve bu kapsamda bir ideoloji olan Kemalizm’i de Anayasadan çıkarmayı gerektirir. 

- 14. Millete hizmet için yapılması gereken siyasî müsabakayı bir çekişmeler ve haksız rekabetler alanı haline getirmek kamu hizmeti anlayışına, sosyal barışa ve uhuvvet prensiplerine zıttır. 

- 15. Mü’minin dünya coğrafyasındaki hedefi dar-ul harbi ve kavga dönemini kapatmak ve dünyayı darüsselam (barış yurdu)  yapmaktır. 

- 16. Mü’minler, dinini yeniden akla ve vicdana hitap eden bir dine dönüştürmeye çalışan ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden dindar Batılılar ile ittifakı geliştirmeye çalışmalı ve bu yolla İlâhî vahyin sahih versiyonunu onlara ulaştırmalıdır. Bu ise ancak doğru ilkelerle, doğru vasıtayla ve doğru üslûpla kurulan sağlıklı bir iletişim ve ihlâslı örneklik ile olur. 

- 17. Türkiye’nin AB üyeliği hedefi ve üyelik süreci, karşılıklı etkileşim sayesinde bir taraftan Türkiye’de ve İslâm dünyasında farklılıkları bir arada barındırabilme yeteneğini ve müzakere kültürünü geliştirecek ve öbür yandan da Kur’ân’ın manevî fethiyle İnşallah Avrupalıların kalbinde iman esaslarını ve bilhassa Allah’ın birliğine ve ahirete imanı takviye edecektir. 

- 18. AB üyeliği ve hedefi için önce toplumda toptancı Batı karşıtlığının sona erdirilebilmesi ve siyasette ve devlette de demokratik cumhuriyet prensiplerinin hakim kılınması gerekir. Bu konuda ise asıl vazife dindar, dine hürmetkâr ve hakiki vatanperverler olan Demokratlara ve onlara dayanak noktası olan Nur Talebelerine aittir.

***

2. MASA

KATILIMCILAR:

Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç, Oturum Başkanı

Sebahattin Yaşar, Sekreter

Prof. Dr. Abdullah Adıgüzel

Prof. Dr.  Abdurrahman İlgan

Prof. Dr. Mahmut Kaplan

Doç. Dr. Hüseyin Kurt

Doç. Dr. Kenan Taştan

Dr. Öğretim Üyesi, Fatih Aydın

İslâm Yaşar

Baki Çimiç

Sabahattin Aslan

Müfid Yüksel

Ahmet Dursun

Mustafa Usta

Şükrü Kalı

2. MASA: Fert, Toplum, Ahlak ve Eğitim Anlayışı

- 1. Neslin ıslahı, arzın imarı, yeni nesillerin inşası için kaynağını Kur’ân ve sünnetten alan ahlâkın tesisi önemlidir. 

- 2. Evrensel ahlâkın normlarında en temel ilke; bir kişiyi, kurumu, zümreyi öncelemeyen ya da ötelemeyen bir kamu düzeni inşa etmek olmalıdır.

- 3. Risale-i Nur’un iletişim dilinde şefkat, sevgi, sabır, hürmet, hoşgörü ve ümit vardır. Risale-i Nur, insanlığı bu esaslarla ve akla ve mantığa uygun ikna metotlarıyla imana dâvet eder.

- 4. Toplumda İslâm ahlâkının yaygınlaşmasında; ebeveynler, eğitimciler, din görevlileri ve kanaat önderlerinin yanı sıra, kamu yöneticilerinin örnek davranışlar sergilemesi büyük önem arz etmektedir.

- 5. Ferdî, ailevî, toplumsal ve kamusal Hayatta meydana gelen herhangi bir husûmetin tarafları korku ve intikam azabı çeker. İntikam yerine affedip barışmak hem İslâm’ın emri ve hem de ferdî ve kamusal huzurun teminatıdır.

- 6. İnsanın nefs-i emmaresinin esiri olması bir nevi köleliktir. Garaz ve husûmeti kullananlar, kibirle üstünlük taslayanlar, safsatanın peşinde koşanlar, menfaat ve kuvvete dayananlar -hangi dönemin insanı olursa olsun- cahiliye dönemini; fazilet, ahlâk, akıl ve hikmete dayananlar ise Asr-ı Saadeti yaşarlar.

- 7. İnsanlık için muhkem bir geleceğin inşası; akıl ile kalbi, ilim ile imanı, felsefe ile dini uzlaştırabilen bir eğitim anlayışıyla mümkündür.

- 8. Asr-ı Saadet’in temel direkleri olan Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber (asm) ve Sahabe-i Kiram’ın günümüzdeki en kuvvetli temsilcilerinden biri de Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursî ve Nur Talebeleridir.

- 9. Huzurlu ve mutlu bir toplumun anahtarı olan hürriyet-i şer’iyye, Allah’a kul olmayı gerektirir. Allah’a kul olmayı reddeden bir hürriyet anlayışı insanlığı felâkete sürükler.

- 10. İnsanın maddî hayatının devamı, dünyevî ve uhrevî saadeti ve ruhun yaşayabilmesi için kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye denilen üç kuvvet ihdas edilmiştir. Kuvve-i şeheviye hayat için gerekli olan şeyleri tedarik etme, kuvve-i gadabiye hayat için risk oluşturacak zararlardan koruma, kuvve-i akliye de zarar ve menfaati birbirinden ayırma görevini üslenmiştir. Bu kuvvelerin vasat mertebesinde kullanılması yeniden saadet asrına vesile olur; ifrat ve tefrit mertebelerinde kullanılması toplumda felâketlere yol açar. 

- 11. Müslümanlar ne yapacaklarını Kur’ân-ı Kerîm’den, nasıl yapacaklarını da Hz. Peygamber’den (asm) öğrenmeli ve yaşamalıdır. Kur’ân’ı ve sünneti dikkate almayan bir hayat önerisi insanlığın çöküşüne yol açar.

- 12. İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) ve insanlığın saadeti, Asr-ı Saadette gerçekleştirilen “Ensar-Muhacir kardeşliği” örnekliğinde ve “Medine Sözleşmesi” temelinde sağlanabilir.

- 13. Kur’ân ve sünnetin özenle üzerinde durduğu ve Müslümanları her türlüsünden sakındırdığı zulüm; adaletin zıddı olup toplumları çökerten, fertleri de dünya ve ahirette helâke sürükleyen en kötü hasletlerden biridir.

- 14. Kur’ân’da Yüce Allah: “Onların işleri aralarında istişare iledir” buyurmak suretiyle istişareyi Müslümanların özelliklerinden biri olarak zikreder. Resûl-i Ekrem de (asm) işlerinde meşveret ve şûrâyı esas almıştır. Asya’nın bahtının miftahı olan meşveret ve şûrâ; istibdadı kaldıracak, hürriyeti sağlayacak, maddî ve manevî terakkiyata insanlığı ulaştıracak şartlardandır. 

- 15. “Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır.” İslâmiyet’in üssül-esası olan sıdk maddî ve manevî terakkiyatın temelidir. 

- 16. “İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehâsini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmiyi de temin edecektir.”  (Sünûhat, Eski Said Dönemi Eserleri, 353)

***

3. MASA

KATILIMCILAR:

Prof. Dr. Nurettin Abut, Oturum Başkanı

Doç. Dr. Hakan Murat Aslan, Sekreter

Prof. Dr. Aziz Kutlar,

Dr. Öğretim Üyesi Salih Aytemur

Dr. Öğretim Üyesi  Ümit Acar

Dr. Öğretim Üyesi  Ramazan Levent

Dr. Öğretim Üyesi  Said Bayraklılar

Dr. Öğretim Üyesi Halil İbrahim Şengün

Dr. Öğretim Üyesi  İlhan Cevheri

Mehmet Akbaş

Talha Fırat

Hasan Hüseyin Uçar

3. MASA: Ekonomik Modeller, İktisat ve Tüketim Anlayışı

- 1- Ticaretin esası ve ruhu emniyettir ve karşılıklı sadâkattir.

- 2- Kanaât ve iktisat bir şükür göstergesidir. Şükretmeyen, ne kadar zengin olursa olsun daima fakirdir. 

- 3- İktisat, ferde hürriyet ve izzet kazandırır. İsraf ise ferdi sefahate, zillete düşürür; müsrifin izzeti ve itibarı mahvolur.

- 4- Toplumları huzursuz eden sınıflarlar arası çatışma ancak faizin kaldırılması, zekâtın işler hâle getirilmesi ve kaynakların âdil paylaşımı ile mümkündür. 

- 5- Bediüzzaman “Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor” sözü ile tabiatta var olan düzeni yanlış tüketim alışkanlıklarımızla bozmamamız gerektiğini vurgulamaktadır.

- 6- Kapitalizm “nimet” yerine “ürün” kavramını tercih eder. Dolayısıyla nimet, in’am ve Mün’im arasındaki bağ kopar. Bu bağın yeniden tesisi Kuran’ın iktisat prensipleriyle mümkündür. 

- 7- Modern İktisat anlayışı: “Bir malın kıymeti fiyatı ve kıtlığı ile orantılıdır. ” derken Kur’ân Nimetlerin kıymetinin ucuzluğu ve bolluğu nisbetinde arttığını ve bu nimetler karşısında fazla şükür etmemiz gerektiğini”  vurgular.

- 8- İktisat Risalesi ışığında, devlet bütçesinde gelir gider dengesinin sağlanabilmesi için israfın önlenmesi ve lüzumlu harcamaların yapılması amacı ile gerekli kumsal denetim ve kontrol mekanizmalarının oluşturulması gerekir. 

- 9- Müreffeh ülkelerin demokratikleşme seviyelerinin yüksek olması gösteriyor ki, sosyal refah için ekonomik tedbirler yanında adalet ve hürriyet konularında da evrensel hukuka ve ilkelere göre hareket etmek gereklidir.

- 10- Günümüz Ekonomik şartlarında işsizliğin çözümü noktasında yeni girişimcilere yönelik; kayırmacılıktan uzak, sürdürülebilir ve denetlenebilir teşvik sistemlerinin uygulanması gerekir.

- 11- Bir mü’min her zaman zarurî ihtiyaçlarını kendisine ihsan ettiği için Rabbine şükreder, gayri zarurî ihtiyaçları için ise çalışır, talep eder, fakat kendisine ihsan edilmediğinde de isyan ve nankörlük ile değil kanaatle karşılayarak saadetle hayatını geçirir.

- 12- İktisat, bütün mevcudatın düstur-u hareketi olup, İsm-i Hakîm’in Cilve-i A’zamından olan Hikmet-i Amme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerine hareket ediyor; iktisadı emrediyor. (Asay-ı Musa: 179)

***

4. MASA

KATILIMCILAR:

Doç. Dr. Osman Özkul, Oturum Başkanı

Mustafa Akça, Sekreter

Prof. Dr. Süleyman Yılmaz, 

Prof. Dr. Ömer Önbaş

Doç. Dr. Ömer  Sevinç

Doç. Dr. Yakup Hundur

Doç. Dr. Şevki Adem

Dr. Ahmet Küçük

Dr. Hikmet Rahmi

Caner Kutlu

Ömer Morgül

Mehmet Pekel

Melihcan Daşdelen

Yusuf Sabri Şimşek

Said Akça

4. MASA: Varlık, Bilim ve Din Anlayışı

- 1. Çağımızda yeniden bir Asr-ı Saadet Döneminin yaşanmasını istiyorsak; Kur’ân’ın verdiği şu dersler ve nasihatlar çerçevesinde hareket etmeliyiz: 

I. Din ile ilmi birbirinden ayırmamalıyız ki; hem akıl nurlansın hem vicdan aydınlansın. 

II. “Nereden geldik, nereye gidiyoruz, bu dünyadaki vazifemiz nedir?” sorularına ilim ve hikmete dayanarak cevap aramak lâzımdır. 

III. İslâm dünyasını ve Müslümanları kuşatmış bulunan tembellik, tenperverlik, nemelâzımcılık ve yeis hastalıklarından kurtulmalı; taassuba dünyamızda yer vermemeliyiz. 

- 2. Batı Medeniyetini toptancı bir anlayışla tenkit etmek doğru değildir. Batı’nın hakikî İsevî dininden miras aldıkları güzelliklerle insanlığa kazandırdıkları nimetler göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, medeniyetler insanlığın ortak malıdır. Bütün beşerî kazanımlar bir tek Avrupa/Batı Medeniyetine mal edilemez.

- 3. “Heva ve Deha” üzerine inşa edilen Batı medeniyeti dünyanın çok az bir kısmına refah sunarken çok büyük bir kısmına fakirlik ve sefalet getirmiştir.

- 4. Günümüzde Müslümanların geri kalmasının sebebi olarak İslâmiyet gösterilemez. Esas sebepler; ümitsizlik, istibdat, şahsî çıkarlara önem verme ve yalanın toplumda yaygınlaşması, Müslümanları birbirine bağlayan değerlerin unutulmasıdır. 

- 5. Risale-i Nur Külliyatı Kur’ân’dan aldığı ilham ile, bilim ve teknolojiye dayandığını iddia eden dinsizlik akımlarına karşı, bütün insanlığın imanını kurtaracak reçeteler sunmaktadır; insanlığın gerçek huzuru elde etmesinin yolunu da yine Kur’ân’ı, Sünneti ve Kâinatı okuyarak ve okutturarak göstermektedir.

- 6. Asr-ı Saadet dönemini inşa edenler, kâinatın tercüme-i ezelisi olan Kur’ân-ı Kerîm ve onu insanlığa ders veren Hz. Muhammed’dir (asm). Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Peygamberimizin (asm) Hadisleri  kıyamete kadar insanlara maddî ve manevî rehber olmaya devam edecektir. 

- 7. Peygamberler gönderildikleri toplumların hem manevî mürşitleridir hem de teknoloji ve sanat alanlarında onlara öncülük etmiş seçilmiş insanlardır. Peygamberler insanlığın gelecekte ortaya koyacakları bilimsel ve teknolojik gelişmelere mu’cizeleriyle  işaret etmişler; insanları teşvik ederek benzerlerini yapmaya yönlendirmişlerdir. Meselâ: Hz. Davud Aleyhisselâm’ın demiri yumuşatma ve şekil verme ile ilgili mu’cizesi insanlığa yeni ufuklar açmış; bugünkü teknoloji ve endüstrinin de inkişafına bir kapı açmıştır.

- 8. Her şeyin ilim ve teknolojiye dayandırıldığı şu zamanda, Kur’ân’ın takipçileri olan Müslümanların da bilim ve teknolojiye büyük katkılar sunması beklenmektedir. Çünkü ilim ve teknoloji İnsanın kendini, dünyayı ve bunların yaratıcısı olan Allah’ı tanıması için en önemli araçlardandır.

- 9. Dünyamızın tek bir küresel köye dönüşmeye başladığı bu zamanda, Batı toplumları ile Müslüman toplumlar arasındaki ayrışmaya sebep olan engeller bir bir ortadan kalkmaktadır. Özellikle bilimin din ile barışması, bu süreci hızlandırmaktadır. Böylece bütün insanlığın daha yüksek bir medeniyet ve ahlâk düzeyine çıkması mümkün olabilir.  

- 10. Gerçek ihtiyacı görmezden gelip  sadece nefsin her arzusunun tatmin edilmesine çalışan Batı medeniyeti; lezzet peşinde koşturduğu insanı tembel, obez ve hasta yapmış; teknolojiyi kullanarak sosyal medya ve reklâmlarla da insanı hırslı, doyumsuz, mutsuz ve sürekli borçlu bir hale sokmuştur. 

İnsanlığın bu halden kurtulması ve dünyada refahın âdil şekilde dağılımının sağlanması için “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır’’ ve “Yiyin, için fakat israf etmeyin” prensipleri dahilinde bir hayat ve iktisat anlayışı tesis edilmelidir. İnsanı ruhen terakki ettiren ve aşırılıklardan uzak bir hayatı ihtiyar eden Asr-ı Saadetin ölçülerinin fark edilmesi, anlaşılması ve model olarak yaşanması bu bakımdan çok hayatidir.

- 11. “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyata kördür.” Bilimin inkâr-ı Ulûhiyet temelli materyalist ve maneviyata kör anlayışı, insanı keşmekeşe, mutsuzluğa ve belirsizliğe itmiş; insandaki hadsiz kemalât, hiçe inmiştir. “Basar masnuâtı görüp de, basîret Sânii görmezse, çok garip ve çirkin düşer.” prensibince beşer, anlamsız bir girdaba yuvarlanmıştır. Fen ilimleri - din ilimleri ayrımı yapmaksızın bütün  bilimleri marifetullah temelli mana-ı harfi ile okumak, öğrenilen bilgileri kuru odun yığınları olmaktan kurtarıp nurlandırma ve ruhlandırmanın tek yoludur. 

- 12. Materyalist/pozitivist düşüncenin, Yaratıcıyı kasdî olarak dışlayan anlayış ve dilini, tevhidi esas alan küllî burhanlar ve mantıkî delillerle Yaratıcı fikrini önceleyen Marifetullah anlatımına çevirmek lazımdır. Bütün fenler, Hakîm isminin bir lem’a ve tecellisinden ibarettir. Risale-i Nur ise İsm-i Hakîm’e mazhar olduğundan, inkâr-ı Ulûhiyet temelli materyalist öğretinin en tesirli ilâcıdır. 

- 13. Günümüz dünyasına bakıldığında bilim ve teknoloji üreten güçlü kurumların, aynı zamanda bir meşveret platformu olduğu da görülür. Bilim, hür zeminlerde yapılır ve gücünü hür düşünceden alır. Hürriyetlerin kısıtlandığı, resmî ideolojilerin hüküm sürdüğü hürriyetsiz/meşveretsiz toplumlarda bilimin insanlığın faydasına olacak şekilde gelişmesi de beklenemez.

***

5. MASA

KATILIMCILAR:

İ. Seyda Durgun, Oturum Başkanı

Dr. Cafer Kaysıcı, Sekreter

Prof. Dr. Ertan Efegil

Prof. Dr. Hasan Tanrıverdi

Prof. Dr. Hüseyin Uzun

Prof. Dr. İlyas Üzüm

Doç. Dr. Veysel Kasar

Dr. Öğretim Üyesi Muhammet Örtlek

Süleyman Kösmene

Hasan Küçükçopur 

Mehmet Ali Kaya 

Muhammed Okur

5. MASA: NÜBÜVVET ANLAYIŞI

- 1. Nübüvvet, “Allah ile insanlar arasında dünya ve ahiret ile ilgili ihtiyaçların karşılanmasına yönelik elçilik görevi” olup dinin “olmazsa olmaz” niteliği taşıyan en temel esaslarından birisidir. İnsanların tarih boyunca sorduğu “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, bu dünyada görevin nedir” gibi hayatî sorular ancak İlâhî mesaj çerçevesinde, “nübüvvet müessesesi” ile cevaplandırılabilir. Bu açıdan insanlığın varoluşu ve gayesi, hayatın anlamı ve hedefi gibi temel problemler vahiy ve nübüvvet kurumu dikkate alınmadan çözülemez.  

- 2. Kâinata bakıldığında, karıncadan file, arıdan gergedana kadar her canlının ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir rehberin varlığı açıkça görülmektedir. Böyle bir düzen kuran Yaratıcının canlılar dünyasının en seçkin varlığı olan insanın dünya ve ahiret hayatı için lâzım olan ihtiyaçlarını temin etmek üzere bir rehber göndermesi “uluhiyet” hakikatinin gereğidir. Hem Allah’ın “hidayet ediciliği”, “adaleti”, “hikmeti”, “rahmeti” gibi sıfatları, hem de insanın akıl ve duygularının sınırlı olması sebebiyle “İlâhî kılavuzluğa” muhtaç olması nübüvveti gerektirir.

- 3. İnsanlığın varoluşu ve gayesi, hayatın anlamı ve hedefi gibi temel problemler vahiy ve nübüvvet kurumu dikkate alınmadan çözülemez. Nübüvveti dikkate almak, aklı devre dışı bırakmayı gerektirmez. Peygamberler aklın işleyişini teşvik etmişler, aklı en faydalı şekilde kullanma ölçülerini vahiyle ortaya koymuşlardır. Zira akıl, tek başına Yaratıcıyı ve kâinatı hakkıyla anlama kapasitesine sahip değildir. Allah; Kendisinin bilinmesi, kâinatın manasının anlaşılması, insanın yaratılış gayesini ve ahiret hayatını bilmesi için peygamberleri göndermiştir. Peygamberlik kurumunun getirdiği temel mesaj; “doğru İslâmiyet” olarak da ifade edilebilecek olan doğru inanç, doğru ahlâk, doğru ameldir.

- 4. Peygamberler, insanlara manevî önder oldukları gibi fen ve teknoloji gibi maddî ilerlemeler için de birer önder olmuşlardır. Gösterdikleri mu’cizelerle bilim ve teknolojinin son sınırlarını çizmişlerdir. Bu açıdan Peygamber mu’cizelerinden çıkarılabilecek bir ders de mu’cizelerin “medeniyet harikalarına” ışık tutarak, insanlara ulaşabilecekleri son noktaları göstermesi ve ilerlemesi için teşvik etmesidir. Hz. İsa’nın hastaları iyileştirmesi ve ölüleri diriltmesi tıbbın önemine; Hz. Davud’un demiri işlemesi teknolojik gelişmelere; Hz. Süleyman’ın rüzgâra hükmetmesi ve Belkıs’ın tahtını yanına getirmesi zaman ve mekânın aşılmasına ve maddenin nakledilmesinin mümkün olabileceğine işaret etmektedir.

- 5. Adalet ve meşveret gibi kavramlar Nebevî değerlerdir. Bu bağlamda anayasa karşısında yasanın hükmü ne ise Kur’ân için de sünnet odur. Hukuktaki normlar hiyerarşisi ve “Alt kural, üst kurala aykırı olamaz” prensibi, Asr-ı Saadette görülen bir modeldir. Bu açıdan yöneticilerin icraatında, kanun hakimiyetini tesis eden Kur’ân ve Sünnet, Anayasal bir denetçi hükmündedir.

- 6. İstiğna düsturu bir peygamber ahlâkıdır; ibadet, irşat, Yaratıcıyı tanıtmak amacıyla yapılan ve gönüllük esasına dayalı dini hizmetlerde maddî /manevî bir karşılık beklememek demektir. Peygamberlerin bu vazifelerini yapan kişilerin ve cemaatlerin de her zaman ve her durumda bu Ne-bevî ahlâka uymaları gerekmektedir.  Bediüzzaman Said Nursî, bir peygamber ahlâkı olan “nâstan istiğnâ”, “dün- yevî veya uhrevî bir karşılık beklememe” gibi düsturlara çok dikkat etmiş, yanlış anlaşılacak her türlü davranıştan uzak durmuş ve bu konuda hayatı boyunca ölçülü olmuştur. O, bu yönüyle Asr-ı Saadet ahlâkının günümüz şartlarında uygulanabilirliğini gösteren rol model bir şahsiyettir.

- 7. Cemaatler, tarikatlar veya dinî hizmet icra eden sivil toplum kuruluşları, maddî ve manevî güçlerini kullanarak hak etmedikleri bir destek talebinden uzak durmalıdır. Bu yapılar, faaliyetlerinde şeffaf olmalı ve gönüllülük esasına dayanmalıdır. Netice odaklı değil, Allah rızasını kazanmaya odaklı hizmetleri benimsemelidir.

- 8. Nübüvvet mesleği, dünyevi işlerde dindarlığı öne çıkarmak yerine adaleti, mahareti, uzmanlığı ve liyakati esas alır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Emanetleri ehline veriniz ve insanlar arasında hüküm vereceğiniz zaman adaletle hükmediniz” (Nisa, 58) diye emredilmektedir. Bu yönüyle kamu malları, kamu görevleri ve kamu imkânları birer emanettir. Bu emanetin yerine getirilmesinde ehliyet ve liyakat ilkesi esas alınmalıdır. Ehliyet ve liyakat anlayışı; ahlâklı olmayı, erdem sahibi olmayı, başkalarının hakkını gözetmeyi, kendinden olmayanlara ayrımcılık yapmamayı ve kendi işini en iyi şekilde yapmayı gerektirmektedir. 

- 9. Peygamberler, nübüvvet mesleğinin bir gereği olarak dünya barışının tesisi, kardeşlik, adalet ve insan hakları gibi temel insanî değerlerin tesisine öncülük etmişlerdir. Bu değerlerden uzaklaşarak huzur ve barışı kaybeden insanlar saadet için nübüvvet mesleğinin esaslarına geri dönmelidir.

- 10. Hz. Muhammed’in (asm) nübüvvetini, görerek ve sohbetine katılarak benimseyen sahabeler, O’nun  (asm) mesajının her tarafa ulaşmasına çalışmış, bu sebepler de Kur’ân’da İlâhî övgüye mazhar olmuşlardır. Bu açıdan Bediüzzaman Said Nursî’nin nübüvvet mesleğinin takipçisi olarak ortaya koyduğu hizmet tarzı, iman esaslarının anlaşılması ve yaşanması yönüyle “sahabe mesleği”nin günümüze bir yansımasıdır. Risale-i Nur mesleği, bu benzerlikten hareketle, dünya ve ahiret mutluluğu için insanların akıl, kalp ve ruh dünyasına hitap eden Nebevî bir yöntemi önermektedir.

 - 11. Nübüvvet; insan-Yaratıcı, insan-âlem, insan-aile, insan-toplum ilişkilerinde vahyin bildirimine göre mesajlar sunmuştur. Bu fonksiyonun küçümsenmesi yahut görmezden gelinmesi, insanı deist ve seküler bir hayata mahkûm etmektedir. Günümüzün en önemli problemlerinden biri olan ateizm ve deizm safsatasının çözümü, nübüvvet prensiplerinin hayata geçirilmesiyle sağlanabilir. Çünkü Peygamberlerin uygulamaları, kişilerin şahsî hayatında gerçekleştirmesi gereken prensiplerdir. Peygamberlerin yaşantısını fert ve cemiyete yansıtmak, İslâm’ın gerçek güzelliklerini gösterecek ve zihinlerdeki çelişkileri giderecektir. 

- 12. Hz. Muhammed’le (asm) gönderilen inanç değerlerini, daha çok kültürel kimliğin bir parçası olarak benimseyen İslâm dünyasının, taklidi bırakarak, dinamik, güçlü, aklî ve vicdanî temellendirmelere dayalı “tahkiki iman” çalışmalarına önem vermesi gerekmektedir. Günümüzde, kendilerini İslâm’a nispet eden birçok toplum ya da ülkenin sosyal ve siyasî hayatlarında gözlenen istibdat, zulüm ve ahlâkî yozlaşmayı aşmasının yolu nübüvvetin ders verdiği şûrâ, meşveret, hürriyet, adalet, sıdk gibi Nebevî değerleri yaşayıp yaşatmaktan geçmektedir.

Okunma Sayısı: 3205
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Sema Nur Gül

    6.4.2021 22:50:58

    Katılımcıların emeklerine dillerine sağlık.. Allah razı olsun. Bilgilendirici bir kongreydi.. Kongreyi yazıya döken Nurseza ve Lütfiye kardeşlerimizi de ayrıca tebrik ediyorum. İstikamet üzere nice hizmet dolu seneler diliyorum bu genç kardeşlerimize..

  • İ. Seyda

    6.4.2021 17:02:30

    14.Risale-i Nur Kongresi organizatörlerini ve katılımcılarını tebrik ederim. Gerek masa çalışmaları gerekse panel çok bilgilendirici oldu. Güncel üzerinden değil de esaslar üzerinden, ilkeler prensipler üzerinden hareket etmek daha isabetli oluyor. Dini hizmetlerde bulunanların günübirlik olaylar üzerinden yorum yapmak yerine ilkeler üzerinden hareket etmesi gerekir. Zira ister "muvafık" olsun, isterse "muhalif" olsun nura müştaklar var. Bunu hem masa çalışmalarında hem de panelde müşahede ettim. Zira herkes detaylar hakkında farklı bilgi ve yorumlara sahip oluyor bu da bazen uzaklaştırıyor bazen de yakınlaştırıyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı