"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman her türlü istibdata karşıydı

05 Temmuz 2022, Salı
Bediüzzaman Hazretleri, Abdülhamid’in istibdadına da, İttihatçıların istibdadına da, Kemalist Cumhuriyet’in istibdadına da hayatının her safhasında hem sözleriyle, hem tavırları ile karşı durmuştur.

RÖPORTAJ: ABDULLAH ERAÇIKBAŞ
[email protected]

Millî Eğitim ve Kültür eski Bakanı Prof. Dr. Hüseyin Çelik, bir kesimin siyasî rant elde etmek için yücelttiği Sultan II. Abdülhamid’i değerlendirdi

***

II. Abdülhamid, yönetimi ve şahsiyeti itibarıyla nasıl bir padişahtır? “Ulu hakan” mıdır, “Kızıl sultan” mıdır?

Bizim ülkemizde, insanları ifrat veya tefrit kutuplarında değerlendirmek maalesef bir hastalıktır. Sevdiklerimizi ilâhlaştırmak, sevmediklerimizi ise yerin dibine geçirmek gibi bir alışkanlığımız var. Bu bakış açısı, Allah’ın adaletine de aykırıdır. Nitekim bu çarpıklığa işaret etmek için Bediüzzaman Hazretleri, Münazarat isimli eserinde bu aşırılıklara örnek olmak üzere der ki: “Hücum edenler bazıları ‘Haydo, Haydo’ derlerdi, bazıları, ‘Haydar Ağa, Haydar Ağa’ derlerdi. Ben ‘Haydar’ derdim, şimdi de ‘Haydar’ diyorum.” 

Deveye “sen inişten mi yokuştan mı hoşlanırsın?” diye sormuşlar; deve, “niye düzün canı mı çıktı” demiş.

Bu çerçevede değerlendirildiği zaman Sultan Abdülhamid ne “Ulu Hakan,” ne de “Kızıl Sultan”’dır. Sadece günahıyla sevabıyla “Sultan Abdülhamid”tir.

Muhafazakâr camianın belli başlı konulardaki tavrı çoğu zaman reaksiyonerdir. Türkiye’deki solcular ve Kemalistler, Sultan Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” şeklinde bir sıfat yakıştırınca, şair Necip Fazıl, buna tepki olarak “Ulu Hakan” yakıştırması yaptı. Biri tefrit, diğeri ise ifrattır. 

Necip Fazıl merhum, ne kadar iyi bir şair ise o derecede kötü bir siyaset ideologudur. Millî Görüşçülerin tarih anlayışı büyük çapta Necip Fazıl ve bir merdiven altı tarihçisi olan Kadir Mısıroğlu tarafından şekillendirilmiş bir anlayıştır. 

Hakkında doğru bilinen yanlışlardan biri de 33 senelik padişahlığı zamanında imparatorluğun hiç toprak kaybı yaşamamasıdır. Ne dersiniz?

Bu iddia hiçbir gerçekliğe dayanmayan, mesnetsiz bir yalandır. Sultan Abdülhamid zamanında Rumeli’deki toprakların çok önemli bir kısmı, Mısır ve Kıbrıs kaybedilmiştir ki, bunların toplam büyüklüğü yaklaşık 1 milyon 600 bin kilometrekaredir. Böylelikle Sultan Abdülhamid zamanında kaybedilen topraklar, bugünkü Türkiye’nin iki katından fazladır.

Aşk, kusur göstermez; nefret ise bütün iyi hasletleri bile görmeye manidir. Abdülhamid âşıkları, ki son yıllarda daha çokturlar, ona zerre kadar kusur yakıştırmamak için yalanlara inanmayı tercih ediyorlar. Nefret edenler ise onun yaptığı iyi şeyleri de yok sayıyorlar. Halbuki Sultan Abdülhamid döneminde, maddî zorluklara rağmen önemli projeler hayata geçirilmiştir. Onun zamanında yapılan birçok hastane, postane, okul, hükümet konağı, vb. eserler hâlâ ayaktadır ve kullanılmaktadır. Sultan Abdülhamid, hassaten eğitim, sağlık ve ulaştırma alanında kayda değer hamleler yapmıştır.

İstibdat idaresi ve Hamidiye alayları gibi yapılar, zamanın bazı münevverleri tarafından eleştirilmiştir. Onları haklı buluyor musunuz?

Yukarıda sözünü ettiğimiz ve Sultan Abdülhamid’in artı hanesine yazdığımız kalkınma hamleleri, onun “müstebit” bir padişah olduğu gerçeğini değiştirmez. Maddî kalkınma elbette önemlidir, ama bir ülkede eğer genel anlamda hukuk, demokrasi, hürriyet, ortak akıl, istişare, adalet, şefkat, merhamet, vicdan, digergâmlık, sıdk, kamu malına karşı hassasiyet, ötekine saygı, düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü, hür basın, vs. yoksa o ülkede yapılan yollar, köprüler, hanlar, hamamlar bir şey ifade etmez.

Dünyanın en büyük barajlarını, oto yollarını, havaalanlarını, binalarını hiç şüphe yok ki, Çin yapıyor. Çin, beş ayda Roma büyüklüğünde şehirler inşa ediyor, ama Çin, rejimi ve insana yaklaşımı itibariyle dünyanın en iğrenç ülkesidir. Hele ki son yıllarda Uygurlara reva gördükleri muameleden sonra, bu yaptıkları eserlerden dolayı Çin’e rahmet mı okuyacağız?

Nuşirevan, âdil hükümdarlığın sembolü bir insandır ancak insanlık onu, yaptığı köprüler ve menfezlerle değil adaleti ile yad ediyor.

İnsan mideden ibaret bir varlık değildir. Bir yönetim, insanların midesini doyurup, maddî refahını sağlasa bile; eğer o insanların aklına, ruhuna, vicdanına özetle bütün bir manevî varlığına zulmediyorsa o yönetim ayak altına alınacak bir yönetimdir. 

Bediüzzaman, onun içindir ki “Ben ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz asla…” diyordu.

Sultan Abdülhamid dönemi, tam manasıyla bir istibdat dönemidir. Bütün yönetimi boyunca jurnal ve gammazlamalara itibar ederek çok insanın canını yakmıştır. Muhaliflerini sürmek, Sultan’ın en çok başvurduğu bir cezalandırma türüdür. Kaderin tecellisine bakın ki, akibet kendisi de muhalifleri tarafından sürgüne gönderilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî de, şahsı itibarıyla “şefkatli sultan” dediği Abdülhamid’e birtakım ikazlarda bulunmuş, istibdat idaresine karşı çıkmış bir din âlimidir. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bediüzzaman Hazretlerinin Sultan Abdülhamid’e atfen “şefkat” kelimesini kullandığı ifade Manastır’da Jön Türkler’in ilân ettiği II. Meşrutiyeti kansız bir şekilde kabul etmesiyle daha doğrusu boyun eğmesiyle ilgilidir. (“Hüsn-i niyeti gösterir bir şefkatle, Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi...”)

Elbette Bediüzzaman Hazretleri Sultan’a kinle, hiddetle saldırmıyordu. Onda her zaman asalet ve nezih bir üslup vardır. Muhalif olduğu hususları vakarlı bir âlime yakışan bir dil ve üslupla ifade ediyordu. 

Bediüzzaman Hazretleri’nin 1907’de padişahla görüşmek üzere gittiği İstanbul’da “deli” ithamıyla tımarhaneye gönderilmesi de Sultan Abdülhamid devri İstanbul’undaki bürokratik yaklaşımın bir göstergesidir. El etek öpmenin, dalkavukluğun, mübalağalı ve gerçekle zerre kadar ilgisi olmayan övgülerin, ikiyüzlülüğün, riyakârlığın hâkim olduğu saray çevrelerinde Bediüzzaman, ilmin izzetiyle, eğilip bükülmeyince izzet ve vakarından taviz vermeyince ona “deli” demişlerdi. Öyle ya deliliğin hâkim olduğu bir yerde akıllılık bir sapmadır. Nitekim Üstadı dinleyen psikiyatrist doktor da “Eğer Bediüzzaman deli ise dünyada akıllı adam yoktur” sonucuna varmıştı.

Bediüzzaman Hazretleri, Abdülhamid’in istibdadına da, İttihatçıların istibdadına da, Kemalist Cumhuriyet’in istibdadına da hayatının her safhasında hem sözleriyle, hem tavırları ile karşı durmuştur.

Sultan Abdülhamid’in istibdadına karşı çıkan sadece Bediüzzaman değildi. Dönemin İslâmcıları diyebileceğimiz neredeyse bütün mütefekkirler Sultan’ın baskıcı rejimine karşıydılar. Filibeli Ahmet Hilmi, Babanzade Ahmet Naim Efendi, Mustafa Sabri Efendi, İzmirli İsmail Hakkı, Eşref Edip, Ferit Kam, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy gibi dönemin büyük âlim ve mütefekkirleri, baskıcı bir idare ile münafık bir toplum oluşmasına sebebiyet veren Sultan Abdülhamid’e şiddetle karşıydılar.

“Gelen gideni aratır” fehvasınca, İttihatçıların kötü yönetimini gördükten sonra  devrik padişah Sultan Abdülhamid’e güzellemeler yapan, pişmanlığını ifade eden bir çok şair ve yazar da var. Ne var ki gelenin kötü olması, giden kötüyü iyi yapmaz. Rusya’da komünizmin çökmesinden sonra, uygulanan vahşi kapitalizmden canı yanan orta yaş üstündeki birçok Rus, bugün bile komünist döneme özlem duyuyorlar. Bu çarpık durum, komünist rejimin iyi olduğunu göstermez.

İttihatçıların keyfî ve komitacılığa dayalı bir yönetim sergilemesi, Sultan Abdülhamid dönemini temize çıkarmaz.

Yeniden gündem olan Abdülhamid özentisi ve bu özentiyi besleyen TV dizilerinin gayesi nedir? 

Türkiye’de, belli çevreler, Kemalist zihniyetin tarih düşmanlığına reaksiyon olarak maziperestlik yapıyorlar. Mazi düşmanlığı gibi geçmişe tapınma anlamına gelen maziperestlik de sakat bir zihniyettir. Tarihi kutsamak adına, padişahların kundakta henüz bebek olan kardeşlerini acımasızca katletmelerini bile mazur gören anlayış, sözüm ona bu tarihî dizileri topluma dayatıyor. Özellikle Payitaht Abdülhamid dizisi tepeden tırnağa saçmalıklarla doludur. Kemalistlerin Atatürk’ü kutsaması ile bu insanların Abdülhamid’i evliyalaştırması arasında hiçbir fark yoktur. 

Bazı politikacılar Abdülhamid üzerinden kendilerine siyasî çıkar sağlamayı mı hedeflemektedir?

Maddî rantın yanında, analojik bir yaklaşımla bugün için de bu işten siyasî rant devşirildiği de bir gerçektir.

Okunma Sayısı: 2901
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Fatih Aslan

    5.7.2022 16:46:16

    Röportaj güzel adeta bugünü dünü ile değerlendirmiş. Tebrikler...

  • S.topuz

    5.7.2022 16:32:13

    Gerçekler dogrudur ama acıdır. Doğruyu kim söylerse söylesin, doğru DOĞRUDUR. Bağzı doğruları söylemenin vakti, saati ve de zamanı vardır. "İkinci Düstur: Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı bazan damara dokundurur, aksü'l-amel yapar". Mektubat - 265

  • Mehmet Yılmaz

    5.7.2022 15:15:10

    En nefret ettiğim şeylerden biri kişinin elinden yetki, makam, güç, kuvvet gidince doğrucu davut kesilmesidir. Bunu yaparken de içine inaçlarımızı değerlerimizi katarak kendini haklı çıkarma gayretleridir. Oysa ki dününü de biliyoruz, bugününü de....

  • Celil

    5.7.2022 11:08:17

    Hükümette bakan olduğunda niye haksızlıkları söylemiyordun. O zamanlarda bugün olduğu gibi Erdoğan yine tek başına kararlar vermiyor muydu. Şimdi çıkmışsın Bediüzzamanı ağzına alıyorsun. Makamın elinden alındı diye sızlanıyorsun. Allah’a hepinizi havale ettik.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı