Ahirete bir büyük adam göçtü. Kimdir bu zat? Onun kim olduğunu söylemeden önce bir başka sorunun cevabını vermek
gerekiyor. Büyük adam kimdir? Kime büyük adam denir?
Büyük adam; ordular yenmiş, ülkeler fethetmiş adam mıdır? Hayır. Büyük adam çok alkışlanan adam mıdır? Hayır. Büyük adam çok servet toplayabilmiş kişi midir? Hayır. Büyük adam, çok yüksek makam ve rütbelere çıkmış olan adam mıdır? Hayır. Büyük adam, çok şeyler yıkan veya yapabilen adam mıdır? Hayır. Büyük adam, tarihlere geçmiş veya geçebilecek adam mıdır? Hayır. Büyük adam, adına anma toplantıları yapılan adam mıdır? Hayır. Ve nihayet büyük adam, herkes tarafından büyük tanınan, büyük sanılan büyük gösterilen veya büyüktür diye ilan edilen adam mıdır? Hayır.
Ya öyle ise kimdir büyük adam? Büyük adam, yaratılış gayesini bir an hatırından çıkarmayan, bu hedefe doğru yürüyen ve bu hedeften hiçbir zaman şaşmayan ve ayrılmayan adamdır. Büyük adam, her harekâtının her an zapt edildiğini bir an dahi aklından çıkarmayarak, her anının hesabını vereceğinin dikkat ve şuuru ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” hakikatinin idraki içinde bulunan adamdır.

Büyük adam, Allah’ın rızasından başka hiçbir şeyi gaye edinmemiş ve nefsine; “Ey nefis! Takva ve amel-i salih ile Hàlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur. O kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirse iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi aciz kullardır.” diyebilen ve o esasa riayet edebilen kişidir. Büyük adam, dâvâsı büyük olan adamdır. Büyük adam, himmeti büyük olan adamdır. Büyük adam, hedefi büyük olan adamdır. Büyük adam, nefs-i emmaresini yenmiş adamdır. Büyük adam dünyaya, menfaate, şöhrete, mala, paraya, kadına, makama ve nefsine esir olmayan adamdır. Büyük adam, meşrû lezzetleri dahi davası uğrana terk eden adamdır. Büyük adam şeytanına “Eyne’l-mefer” dedirten adamdır. Büyük adam, darağaçlarına, zindanlara, kurşunlara, tehditlere ve tehlikelerin her türlüsüne meydan okuyan, pabuç bırakmayan adamdır. Büyük adam, şehitlik makam ve rütbesinin üstünde makam ve rütbe tanımayan adamdır. Büyük adam büyüklük davası olmayan adamdır. Ve nihayet büyük adam, bütün küçüklüklerden sıyrılmasını bilmiş ve bütün büyüklükleri şahsında cem etmiş adamdır.
Şimdi ilk sualin cevabını verebiliriz. Ahirete göçtüğünden bahsettiğimiz o büyük zat, o büyük adam, yukarıda saydığımız bütün vasıfların ve sahip olduklarının pek çoğunu ise sayamadığımız büyüklüklerin sahibi Mehmed Zübeyir Gündüzalp’tir.
Konya’nın, mert ve erkek ruhlara ve İslam fedaisi kahramanlarına beşik olan Ermenek yaylasında doğup, İstanbul ufuklarında ufûl eden güneş “Kur’ân’ın muhkemat kal’asına gir, Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul” diyen ve Allahu Azîmüşşanın nurunu, Peygamber-i Zîşanın nurunu, Kur’ân-ı Hakîm’in nurunu, İslâmın nurunu, imanın nurunu aksettiren Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin aksettirdiği bütün bu nurlara her an ve her daim en geniş şekilde ayna olabilmek liyakat ve bahtiyarlığına sahip olarak âlem-i bekaya intikal etmiştir.
Evet, Mehmed Ziver Gündüzalp, Risale-i Nur’la karşılaşıp onu okuyunca aklıyla, kalbiyle, ruhuyla ve sair bütün lâtifeleriyle o nurun pervanesi olmuş ve en büyük davanın iman hizmeti ve zamanın ise iman kurtarmak ve İslam fedaisi olmak zamanı olduğunu ve bunun ise ancak tahkikî iman dersleri ile yapılabileceğini idrak etmiş ve bütün zerratıyla massettiği Risale-i Nur’un müellif-i muhteremi Bediüzzaman’ın yanında yer almıştır. Her şeyini feda ve terk eden bir İslâm fedaisi olarak zindanlar, tehditler, tazyikler, tecavüzler karşısında zerrece irkilmeden, onunla beraber zindanlar içinden, demir parmaklıklar arkasından, darağaçlarının altından, süngüler arasından dimdik yürüyerek geçmişlerdir.
Hayat hikâyesini ve kahramanlıklarını, fedakârlıklarını ve eşsiz vasıflarını, değil bir makale, bir kitaba dahi sıkıştırmak dahi mümkün olmayan bu zat, her şeyden önce nefs-i emmâresini, his ve hevâsını, bir daha belini doğrultamayacak şekilde yere sererek iman hizmetine vakf-ı hayat eylemiş, azamî ihlâsın, azamî sadakatin, azamî sebatın, azamî dikkatin, azamî fedakârlığın ve sabr-ı cemîlin mücessem timsali olarak yaşamış, hüsn-ü ibadete ve taate ve şükre ve zikre muvaffak olmuş, iman-ı billâha, marifetullaha ermiş, hayatı başından sonuna kadar Kur’ân hizmetinde, iman hizmetinde, Risale-i Nur hizmetinde geçmiş, hastalıkların, yorgunlukların ve şer kuvvetlerin vurmak istedikleri zincirleri darmadağın etmiş ve son nefesine kadar bu hizmetin zaferi için mücadele ederek ruhunu hizmetin ateş hattında teslim eylemiş ve kınından çıkmış bir kılıç olarak ahirete intikal etmiştir.
Allah, onu garîk-ı rahmet eylesin; Nur içinde yatsın, Cennetü’l-Firdevsine kabul buyursun, Peygamber-i Zîşanın ve büyük Üstadın ağuş-u nazdarânesinde mes’ud eylesin ve himmetini bu aciz ve günahkâr kardeşlerinin üzerinden eksik eylemesin. Âmin.
(Yeni Asya, 4 Nisan 1971, Tahlil köşesi)