Son seçimlerin yapılış şekline bakıldığında normal gibi görülebilir. Ancak bir tarafta devletin bütün imkânlarını kullanan, bir tarafta da kendi imkanlarıyla seçim propagandası yapan partiler vardı.
Kampanyalarda görüldü ki, bu seçimde kirli propagandalar gırla gitti. Demokrasiyi savunan bir anlayış, demokrasi taraftarı görünüp gittikçe otoriterleşen bir yapıyla yarıştı.
Otokrasi, bir idarecinin mutlak kontrole ve karar verme gücüne sahip olduğu hükümet biçimlerinin ortak adıdır. Yönetici, bütün siyasi ve idari yetkileri tek başına elinde bulundurur ve kanuna aykırı davransa da herhangi bir yargılamaya maruz kalmaz.
Otokrasiler, kralların ve imparatorların büyük ülkeleri ve kabile topraklarını yönettiği eski çağlardan beri var olmuş. Bugün ise mutlak monarşiler ve diktatörlükler şeklinde var olmaktadırlar.
Bir demokrasiden farklı olarak, otokratik hükümetlere sahip ülkelerde yaşayan insanların, kanunları belirlemede veya bu kanunların nasıl uygulandığını denetlemekte söz hakkı yoktur. Otokratik bir hükümdar kimseye karşı sorumlu değildir; denetim ve denge sistemi yoktur, hükümdarın gücünün anayasal bir sınırı yoktur. Yönetici, yani hükümdar, bir danışmanlar kurulu, yargı sistemi, halk veya basın tarafından sorumlu tutulamaz.
Tarih boyunca, bilhassa siyasi huzursuzluk dönemlerinde, insanlar, ülkelerinin kontrolünü ele geçirebilecek güçlü liderlerin komutasını kabul etme eğiliminde olmuşlardır.
Bugüne gelince; DW Türkçe’nin haberine göre, Bertelsmann Vakfı’nın 2004 yılından bu yana iki yılda bir yayınladığı “Dönüşüm Endeksi” (BTI) araştırmasında Türkiye “Demokrasi Statüsü” sıralamasında 137 ülke arasında 77’nci sırada yer almıştı.
2020’de yayınlanan raporun Türkiye ile ilgili bölümünde şu ifadelere yer verilmişti: “Parlamenter sistemin yerine aşırı güçlü bir cumhurbaşkanının mevcut olduğu yeni bir başkanlık sistemi geldi. Bu de facto diktatörlüğün, Türk demokrasisi ve dış politikası üzerinde etkileri oldu.”
Etkiler dalga dalga devam ediyor. Yorum okuyucunun…