Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’un birçok yerinde manevî tehlikelere ve zamanın fitnelerine dikkat çeker.
Şeytanın, insan sûretine bürünmüş temsilcilerinin her devirde var olduğunu bizlere bildirir ve bu fitne ile tehlikelerden korunma yollarını hem gösterir hem de delilleriyle ispat eder.
“Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır” diyerek, şeytanın sadece görünmeyen bir varlık olmadığını; insan sûretinde, kötülüğü yaymaya çalışan bazı kimselerin de şeytanî vasıflar taşıyabileceğini ve şeytanın görevini yerine getirdiklerini ifade eder. Ayrıca bu kişilerin zamanın ruhuna göre değişebileceğine, yani her çağda farklı maskelerle ortaya çıkabileceklerine dikkat çeker.
Risale-i Nur’da geçen “şeytanın altı desisesi”ne işaret edilerek, iman ve Kur’ân hizmeti yapan kardeşler arasında soğukluk ve ihtilafa sebep olabilecek tuzaklara dikkat çekilmektedir. Bu tuzaklar şunlardır: makam ve şöhret sevgisi (hubb-u cah), korku hissi (hiss-i havf), tamah (menfaat beklentisi), milliyetçilik damarını tahrik etmek (asabiyet-i milliyet), enaniyet (benlik), tembellik ve rahat düşkünlüğü (tenperverlik) ile vazifeperestlik damarından istifade etmek. Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, insan nefsindeki kötü eğilimleri (kin, haset, tamah, menfaatçilik gibi) harekete geçirerek fitne ortamı oluştururlar.
Bu görevlerin bir kısmı da “fitnekârane siyaset” ile, yani hak ve adalet temelli olmayan; fitne, kargaşa ve zulüm üzerine kurulu yozlaşmış bir siyaset anlayışıyla yerine getirilir. Bu anlayış, insanları birbirine düşürmek için bir araç olarak kullanılır.
Şeytanın en etkili yöntemlerinden biri, insanların en zayıf noktalarını bulup oradan sızmasıdır. Toplumsal ya da bireysel zaaflar onun öncelikli hedefidir. Bu tuzak, fitne ve tehlikelere karşı korunabilmek için öncelikle kendi kişisel zaaflarımızın farkında olmamız ve Risale-i Nur’da sunulan tedavi edici manevî ilaçları uygulamamız gerekir. Ancak bu şekilde, ileride oluşabilecek toplumsal zayıf noktaların da önüne geçilebilir.
Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un temel mesajıyla uyumlu olarak zamanın manevî hastalıklarına ve şeytanî tuzaklarına karşı sürekli uyanık ve dikkatli olunması gerektiğini vurgular. Ona göre, gerçek cihad, dış düşmanlarla mücadeleden önce nefisle, yani içimizdeki kötü arzular ve bâtıl fikirlerle yapılan mücadeledir. Bu sebeple iman hakikatlerinin öğrenilmesi, yaşanması ve anlatılması en büyük cihad şeklidir; çünkü kalpleri bu hakikatlerle kuvvetlendirmek, şeytanın tuzaklarını boşa çıkarır ve insanı her türlü fitne ve fesattan korur.
Bu manevî savunma sistemi, bireyi hem iç düşmanlara (nefs, vesvese, gaflet), hem de dış tehditlere (fitne, yanlış ideolojiler, ahlaki yozlaşma) karşı korur.
Aklı başında olup manevî savunma sistemini kullananlara selâm olsun!
Unutmayın, en büyük zaferler önce ruhun içinde kazanılır!