Ancak Tatar Ramazan’a. Bir zamanların meşhur filmi Tatar Ramazan. Tabiî ki bu filmdeki vurdu-kırdı, kan dökme katiyyen kabul edebileceğimiz usuller değildir. Fakat bu filmde iki replik var ki bana Yeni Asya'nın pozisyonunu hatırlatır.
Zaman zaman bazı ağızlardan duyarız: “Yeni Asya bu kadar az satarak, mensubu çok fazla olmayan bir cemaat olarak ne yapabilir ki; dershanelerde oturup kendi aranızda dersler yapıyor, kendi bastığınız gazeteyi okuyorsunuz, kimse ne söylediğinizi merak etmiyor” gibi küçümseyici ve Risale-i Nurlardaki “kemiyet-keyfiyet” başta olmak üzere pek çok kıyas ve prensipten nasipsiz yaklaşımlar.
İşte bu gibi, bizi yok sayınca yok edebileceğini sananlar ya da yaptığımız neşriyatın muhteva ve kapsamını gereksiz bir şekilde tehlikeli bulanlar aklıma gelince Tatar Ramazan’dan şu repliği hatırlarım: “Biraz da sizin için arkadaşlar bu yapılanlar. Biz çavuşun kirli işlerine göz yummuş olsaydık, ne lüzum vardı... Gül gibi geçinir giderdik. O zaman sizin ensenizdeki yumruk katmerli olurdu.”
Evet, belki kemiyeten çok büyük değiliz; ancak “cesedi adi bir neferin tutabileceği kadar zayıf fakat Kur’ân’a dair dellallığıyla elli milyon kadar kuvveti”yle ehl-i dalaleti ve cebbar zalimleri tir tir titreten bir Üstad’ın talebeleriyiz. Ve şahsî kusurlarımızla aczimize binaen ıztırar lisanıyla ettiğimiz dua hürmetine Allah, Üstad’ımızın “elli milyon” ayarındaki kuvvetinden şahs-ı manevimizi de hissedar ediyor.
İşte bu kuvvetle, ne kadar “az ve zayıf” da olsak, zulme ve küfre karşı yaptığımız her yayın, kemiyetimizin çok ötesinde bir keyfiyette yankı uyandırıyor, tesiri oluyor, farkında olsalar da olmasalar da, olsak da olmasak da mazlumları ve ehl-i imanı rahatlatıyor, ülke huzuruna katkı sunuyor. Eğer bunun yerine zalimler ve ehl-i dalaletin vekilleriyle uzlaşıp “Çavuşun kirli işlerine göz yummuş olsaydık gül gibi geçinir giderdik”. Yeni Asya belli çevrelerce baş tacı edilir, Yeni Asyacı olmak pek çok kapıyı açar, bu yüzden tirajımız on binleri bulur, medreselerimizde adım atacak yer kalmaz, pek çok Yeni Asyacı da dünyalık ikbaline kavuşurdu. Lâkin “o zaman sizin (ehl-i iman ve mazlumların) sırtınızdaki yumruk katmerli olurdu.” Peki bu durumda biz, o Üstad’ın hakiki talebeleri mi olurduk, yoksa gölge oyunundaki bi’l-vasıta müteharrik kartondan birer Hacivat mı?
İşte bu yüzden Yeni Asya ve mensupları, Nur Talebeliğini daima “Saadet-i ebediyeyi netice veren ve ümmet-i Muhammediyeyi (asm) dünya ve ahirette sahil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede hizmet eden hademe”lik bildikleri için, en gösterişsiz, en konforsuz, en çetin, en tehlikeli, en uzak, hatta en lüzumsuz görülen nöbet kulübelerinde nöbet tutmaya razıdır ki; İslam ordusu olan ümmet-i Muhammed (asm), hiç ummadığı yerden darbe almasın, etrafı sarılmasın, karargahına girilip darmadağın ettirilmesin. Erken bir kıyamete sebep olacak hallere kapı açılmasın.
Yeni Asya ve mensupları, “ne var canım bunda” denilip, memnun dahi olunan pek çok menfi durumda, olumsuz bir şekilde “oyunbozan, mızıkçı” görülme pahasına, bana hep Tatar Ramazan’ın o meşhur repliğini hatırlatarak meydana çıkar ve der: “Ben bu oyunu bozarım!”