Geçmiş dönemlerde birçok mütedeyyin Müslümanın yargılandığı Anayasanın 163’ncü maddesinden, yani ‘laikliğe aykırı dinî propaganda’dan ve ‘Nurculuk faaliyetleri’nden dolayı hem sivil, hem de askerî makamlarca yargılandık ve tutuklu olarak bizlerin “Medrese-i Yusufiye” dediğimiz mekânlarının beton zeminlerinde kaldık. Akabinden devam eden mahkemeler ve çileli günler sonunda suç delillerimizden(!) sayılan Risale-i Nur Külliyatı’nın iade kararı ve evvelen tahliye, akabinde de beraat kararları aldık.
Şimdi ve son dönemlerde büyük bir hamd-ü sena ve rıza-i Bari dairesinde bu mekânlarda kalan insanlara çeşitli sahalarda konferanslar vermekteyim. Bu makalemde üstünde duracağım ve ser levha yaptığım “Cezaevinde Cuma namazı” meselesidir. Bu meselenin üzerinde, görüşmekte olduğumuz, hem cezaevleri yetkililerinin, hem de tutuklu ve hükümlü bulunan mahkûmların “Cuma namazı” kılmak istekleridir.
Hapiste iken Cuma namazı kılınır veya kılınmaz gibi çok ayrı fikir ve hükümler de var. Bu tartışmalara girmeden, birkaç örnek ve tesbitle buralarda Cuma namazlarını cemaatle ve aynı mekânda kılmanın faidelerinden ve lüzûmiyetinden bahsetmek ve ilgilileri teyakkuza ve idarecilerin, yani Adalet ve İçişleri Bakanlığı’nın ve özellikle Diyanet İşlerinin değerli başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in bu meseleye eğilmesi ricasında bulunuyoruz.
Bizler ve bizler gibi diğer zevat buralardaki konferans ve seminerler sonrası, suâl-cevap faslında mahkûmlar kendi cezaevlerinde mescid ve caminin bulunmadığı, bulunan yerlerde de Cumanın kılınmadığını, bizim şahitliğimizde söylediler. Talimde tatbikat, yani amelî metot önemlidir. Bunca anlatacağız ve emekler verilecek, fakat kılacak, tatbik edecek imkân ve yer yok, olmaz böyle şey. Yani işkencenin ayrı bir şeklidir.
Bu hususta bize ışık tutan çağımızın büyük İslâm âlimi, müçtehid ve müceddid ve aynı zamanda 1935, 1943 ve 1947 yıllarında Eskişehir, Denizli ve Afyon “Medrese-i Yusufiye” yani hapishanelerinde zulmen ve kanunsuz olarak kalan Hz. Bediüzzaman Said Nursî’dir. Zulümlere rağmen hiçbir mahkûmu isyana ve ölüm oruçlarına sürüklememiştir ve ıslahları için yazdığı ve elinde bulunan Nur Risalelerini kendilerine vermiş ve Hz. Yusuf (as) tarzındaki eğitim ile mahkûmların büyük çoğunluğu talebe olmuşlardır.
Bediüzzaman bir gün, o şartlarda mescidi ve camii olmayan Eskişehir hapishane müdürüne Cuma namazı kılmak istediğini söyler, izin çıkmaz, akabinde müdür gittiği camide Hz. Bediüzzaman’ın ön sırada namaz kıldığın görür.1 Bununla ilgili tafsilat ve çok camilerde görülme hadiseleri, ilgili eserin diğer sahifelerinde mündemiçtir. Bu hâl bizlere bugünler için bir ışık, bir çıkış yoludur, görmemezlikten gelinemez.
Gittiğimiz Avrupa’da, İslâm diyarı olmamasına ve ezanlar alenî şekilde okunmamasına rağmen, yüzlerce binlerce Müslüman camide namaz kılmakta ve içeride gürül gürül ezanlar okunmaktadır. Hollanda’da 450, Almanya’da 3 bin, İngiltere’de bin (1000) ve Amerika’da 4 bine ulaşan camiler böyle, güya buralar Frengistan diyarı. Buna mukabil bizim Müslüman Türkiye’nin cezaevlerinde ezan okunmayacak ve Cuma kılınmayacak, olur mu? Bir formül ve çare bulunması elzemdir kanaatindeyim, zor olsa da aşılması lâzımdır.
Kaldı ki idarenin memur ve gardiyanları cezaevlerinin yakınlarındaki camilere Cuma namazı için toplu olarak gitmektedirler. Ayrıca İçişleri ve Millî Savunma bakanlıklarına bağlı polis ve askerî mekânlarda toplu olarak Cuma namazları karargâhlarındaki resmen açık olan camilerinde kılınmaktadır. Arif olan anlar bizi. Bir unutulmaz “vebalin” altında çok geç kalmayalım..
Dipnot:
1- 1935, Eskişehir Hayatı. B. S. Nursî.