Çağın Sesi
Bediüzzaman, hayatını üç döneme ayırır: Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said dönemleri. O, her üç dönemde de yaşadığı çağın eleştirisini sadece fikirleriyle değil, hayatıyla, tercihleriyle ve ortaya koyduğu duruşla yapmış, fikirlerinin doğruluğunu canı bahasına savunmuş, bir an kendisini korumamış, kendinden çok fikirlerinin ön planda olduğunu en zor zamanlarda göstermiştir.
Hayatı boyunca defalarca ölüme mahkûm edilmiş, her defasında ölüme gülüp geçmiştir. “Zalimler için yaşasın Cehennem!” sözü onun, idamla yargılanıp beraat ettiği zamanlarda ortalığı çınlatan haykırışı olmuştur.
Onun tuzağa çekilerek öldürülmek istenmesi ve kaderin onu hep korumasının zaten haddi hesabı yoktur. Seksen küsur yıllık hayatını koca bir İslâm âleminin gözyaşları ile yoğurmuştur. İslâmiyetin hak din oluşunu hem en yüksek perdeden haykırmış hem de binlerce sayfa kitaplarıyla İslâm imanının hakkaniyetini ispatlayarak çağındaki münkirlerin nevrini döndürmüştür.
Keyfî İstibdat Uygulanmıştır
Bedeli de olmuştur bu haykırışının; bedelini hep kendisi ve ona inanan talebeleri bizzat ödemişlerdir. Mahkemelerde idamla yargılanmıştır, evet. Ama hâkimler ona hiçbir zaman idam değil, müebbet değil, uzun süreli ağır ceza da vermemişler, verememişler; daha doğrusu verecek ceza da bulamamışlar, tecrithanelerde hâkim kanaatiyle bekletme cezasını uygulamışlardır. Aldığı tek mahkûmiyet cezası Tesettür Risalesi yüzünden on bir aylık hapis cezasından ibaret kalmıştır. Ama ömrünün neredeyse tamamı göz altında geçmiştir.
Bu küçük cezaya da kendisi itiraz etmiştir.
Şöyle ki, “Bediüzzaman, yüz yirmi talebesiyle beraber 1934’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor. Âni yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektuplar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intac edecek bir delile rast gelinememiş ve neticede kanaat-i vicdaniye ile keyfî bir surette Said Nursî’ye on bir ay; ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek, mütebakî kalan yüz beş kişiyi beraet ettirmiştir.
Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursî’nin îdamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim, bu yersiz karara Bediüzzaman îtiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına layık olduğunu belirterek, kendisinin ya beraetine veya îdamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.”1
Yüz Kutbiyet
O farklı bir âlimdir. İlme merakı küçük yaşlarda başladı. Koca ömrünü ilim yolunda katlandığı zorluklara tahsis etti. Görmediği eza kalmadı. Ancak kimseye beddua etmedi. O hep hizmetini ve vazifesini düşündü.
Sıradan bir âlim olmadı. Sıradışı bir çizgisi oldu. Her dönemde çağını aşmış, yaşadığı toprakların ve aslında dünyanın bütün algısını değiştirerek, kelimelere ve kavramlara yeni ve canlı manalar yüklemiştir. Onu her okuyanın, bu canlı manalarla dünyaya bakmalarını sağlamıştır.
Bu yüzden onu okumak, onunla olmak, onunla dolmak, onunla yaşamak bir ayrıcalık olmuştur. Çünkü O kimseye aldırmamış, kâinat kitabını okumuş ve herkese kâinat kitabını okumayı öğretmiştir.
O’nun doğumu yaklaştığında manevî âlemde fark edilmesi de bu yüzdendir: Mesela Hizan’ın şeyhi ve Gavs’ı Seyyid Sıbgatullah Hazretlerinin, Sofî Mirza Efendi için söylediği şu söz hafızalara kazınmıştır:
“Efendiler bu fakir sofinin sulbundan öyle bir çocuk dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez.”
İşte yüz kutbiyet sahibi bu çocuk dünyaya gelmiş, dünyayı cehennemden kurtaracak hizmetini ortaya koymuş, ama çekmediği cefa da kalmamıştır. Ama Allah onu korumuştur. Rahmetullahi Aleyh.
Dipnot:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 192.