Bugün, İstanbul’un fethinin, 572. şanlı, namlı sene-i devriyesi…
Peygamberimizin (asm) istikbalden, gelecekten, taa ahirzaman hadiselerinden bahsettiği birçok hadis-i şerifleri vardır. Onun gaybaşina nazarıyla istikbalden haber verdiği hadis-i şeriflerinden biri de, İstanbul’un fethedilmesi ile alâkalı olanıdır. Sahabelerine “İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” hadis-i şerifini söylediğinde, âdeta bütün Sahabeleri İstanbul’u fethetmeye gidecek hâlde bir iştiyak göstermişlerdi. Tabiî, Sahabe-i Kiramın dışında da, başka millet olan Müslüman kavimlerden de, bu işe koşanlar olmuştu.
Peygamberimizin (asm) müjdesine mazhar olmak isteyen Araplar, bu işe iki defa teşebbüs etmiş, İstanbul’un fethine mazhar olmak için çölleri, dağları, deryaları aşarak oraya gelmişti. İşte bu seferlerden biri, hani hepimizin “Eyyub Sultan” diye bildiği, Peygamberimizi (asm) Medine-i Münevvere’ye hicret ettiklerinde karşılayıp, onu evinde misafir eden büyük Sahabî Eyyub-el Ensarî’nin de içinde bulunduğu ordu tarafından, Hicretin 52. senesinde yapılmıştır. İşte bu zat-ı muhterem, İslâm fütuhatı için birçok seferlere iştirak etmiş, ondan dolayı da, Peygamberimizin (asm) “sancaktarı” unvanını almıştır.
Hz. Eyyub el Ensarî, İstanbul’un fethi için kalkıp geldiğinde, çok yaşlı bir vaziyetteydi. Ve onun geldiği ordunun kumandanı kimdi biliyor musunuz? Yezid. Hani şu hepimizin bildiği “meşhur” Yezid. Hz. Muaviye’nin oğlu ve maalesef, Peygamberimizin (asm) ciğerparesi olan güzide Sahabe Hz. Hüseyin Efendimizi şehid eden Yezid. Babasının halifeliği sırasında İstanbul’u fethetmek için İstanbul önlerine kadar gelen Yezid’e, İstanbul’un fethi nasib olmamıştı, olamamıştı…
Ve kuşatma yapılmasına rağmen, fetih nasib olmamış, hatta bizim “Eyyub Sultan” diye bildiğimiz o büyük Sahabî şehid olduğu takdirde, surların dibine defnedilmesini vasiyet etmişti. Ve neticede hastalanarak hükmen şehid oldu. Cenaze namazını Yezid kıldırmıştı. Hz. Eyyub’un vasiyeti icabınca, surların dibine defnedilirken, bunu yukarıdan, surların üstünden seyreden Bizans imparatoru kahkaha atarak kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşî hayvanlara yedireceğini söylemişti. Bunun üzerine Yezid de ona, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm beldelerinde yaşayan Hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceğini söyleyince, kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.
Allah’ın hikmeti işte, Sahabî ve Tabiîne nasip olmayan İstanbul’un fethi, Peygamberimizin (asm) müjdesine nail olan, İslâm’ın bin senelik bayraktarlığını yapan bir millete, Türk milletine ve onun eşsiz kumandanlarından biri olan Fatih Sultan Muhammed Han Hazretlerine nasip olmuştur.
**
Bu Fetih hadisesini, 19 yaşını bitirmiş bir gençken, İstanbul’un fethinin 520, sene-i devriyesinde, 1973 Mayıs ayında yazdığımız, adeta bir “Fetih ve Fatih destanı” olan şiirimiz ile nazarlarınıza takdim ediyoruz:
FETİH VE FATİH
“Muhammed” Suresini okuyordu Sultan Murad Han.
Haber geldi, dediler ki; “Bir oğlun oldu ey Sultan!“
Kaldırdı elini göklere, dua etti Rabbine.
Salâvat getirdi sevinerek, hem de Habibine.
“Yâ Rab!” dedi. “Okuyorken Muhammed Suresini,
Haber geldi oğlumdan, işittim onun sesini.
Hamdolsun Sana! Ben de ‘Muhammed’ koydum ismini.
Ayırmasın O, İslâma feda etsin cismini.
“Ey Allah’ım! Bundan sonra Fetih Suresi geliyor.
Nasib et ona… Bütün Müslümanlar bunu diliyor!”
Diyordu adeta o, lisân-ı haliyle bunları.
Koşturdu fetih peşinde, bu yolda çok sultanları.
Büyüdü Şehzade Mehmed, geldi on dört yaşına.
Bıraktı babası, devlet idaresini ona.
Fırsatı ganimet bilen düşman sevindi buna.
Hücum etti devlete, hem saldırdı ordusuna.
“Baba!” dedi. Sultan Mehmed. “Durum tehlikededir gel!
Terk etme devleti, küffar vatana atıyorken el!“
“Oğul!“ dedi, koca Murad. “Bundan sonra Sultan sensin!
Gayret et biraz, sen küffara kolay vatan vermezsin!“
“Madem” dedi, “Sultan benim, emrediyorum sana!
Çabuk gel! Girmeden hain düşman aziz vatana.”
Koştu Murad Han, geldi tekrar devletin başına.
Şaşırdı küffar! Hiç akıl erdiremedi buna.
“İstanbul fetholunacak!“ demişti, Yüce Peygamber.
“Ne güzel ordu onu fetheden, hem ne iyi asker!”
Bunu duyan her Sultan, girişti erişilmez Fethe.
Kimseye nasib olmadı, o dünyada eşsiz belde
Cenâb-ı Hak, büyük fethi Mehmed’e nasib etti.
O, üstün zekâsıyla, bütün ordulara yetti.
Eşsiz bir şey! Gemilerini karadan yürüttü.
Acâibtir! Hem de atını denizde yüzdürttü.
Bir Mayıs sabahı indi Haliç’e, koca orduyla.
Yıkıldı Konstantinopolis! Güvendiği suruyla.
Karşı koyamadı Bizans, o koca iman seline.
Fetholdu, hamdolsun! Boğuldu, mehter ve top sesine…
Giriyordu şehre Fatih, beyaz atın üstünde.
İman-ilim birleşmişti onun metin göğsünde.
Şimdi âlem şahid olsun, gelsin bunu görsün de,
Gencecik yaşta bir Fatih, bulunmaz böyle günde.
“Fatih!” unvanına lâyık oldu, Sultan Muhammed Han.
Şükretti. Her zaman hakkı istedi yüce Allah’tan.
“Konstantinopolis” ismini sildi, ”İslâmbol” yaptı.
“Serbest her insan!“ dedi. Herkes istediğine taptı.
Bir kilise vardı kocaman, ismi “Ayasofya”.
Cami yaptı orayı. Ne de olsa Fatih’ti ya.
Tarihler yazdı bu büyük Fethi, çizdi coğrafya.
Bir çağ değiştirdi. Hem bağlandı, Avrupa-Asya.