Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nde paşa ve zabitlere on bir sual ve bir de yarım sual yönelten Bediüzzaman Said Nursî, on birinci sualinde meşrutiyete yemin edenlerden bahsediyor.
“Herkes meşrûtiyete yemin ediyor. Hâlbuki ya müsemmâ-yı meşrûtiyete kendi muhalif veya muhalefet edenlere karşı sükût etse, acaba kefaret-i yemin vermek lâzım gelmez mi? Ve millet yalancı olmaz mı? Ve mâsum olan efkâr-ı umumiye yalancı, bunak ve gayr-ı mümeyyiz addolunmaz mı?” diyerek demokrasiye yemin edenlerin bu yeminini nasıl bozduğunu yine soru içinde cevaplandırıyor.
Demokrasiye yemin edenlerin öncelikle kendilerinin demokrasiye muhalif olmalarıyla veya demokrasiye muhalefet edenlere karşı sessiz kalmalarıyla bu yemin bozmanın gerçekleştiği anlaşılıyor. Bediüzzaman, meşrutiyete yemin edenleri bu yeminlerinin gerekliliğini yerine getirmeye çağırıyor. meşrutiyeti ağzından düşürmediği halde icraatta demokrasiye aykırı işler yapanların veya demokrasiye zarar vermek için uğraşanlara karşı ısrarla sessiz kalanların kefaret-i yemin vermesi gerektiği hatırlatılıyor.
Böyle bir halin milleti aldatmak olacağı, efkâr-ı umumiyenin doğruyu ve yanlışı ayırt edemeyen insanlar olarak gösterileceği gibi dehşetli zararlara dikkat çekiliyor. Bizim anladığımız kadarıyla kefaret-i yemin vermek meşrutiyete gerçek manada sahip çıkmakla ve demokrasiye her fırsatta zarar vermeye çalışanlara karşı meşrutiyet lehinde çalışmakla mümkün olacaktır.