Yıl 1968, Bingöl’e bir vesile ile gitmiştim. Dönüşte Elazığ’a gidip Hulusi Ağabey ile görüşmek istedim. “İkindi namazını Yeni Camii’de kılar” dediler. (Şimdi Yeni Cami dedikleri İzzetpaşa Camii’nin o zamanlar temelleri atılıyordu.) Ve bir ikindi namazında kendisi ile görüşmemiz nasip oldu.
Selam vererek İzmir’den geldiğimi söyledim ve İzmir’li Nur Talebeleri kardeşler adına elini öpmek istedim. “El öptürmüyoruz kardeşim” dedi. “O zaman bizim bir âdetimiz var, musafaha etmek, yani usulüne uygun sarılmak” deyince, “Peki, bunu kabul edelim.” dedi. Musafaha ettik ve anlatılamayacak hisler yaşadık. Daha sonra, beraberce derse gittik ve o ağabeyin feyizli dersini dinledik.
Yıl 1970, Hulusi Ağabey İzmir’e geldi ve rahmetli Mustafa Birlik ağabeyin evindeki (dersler ekseriyetle o ağabeyin evinde olurdu) rahmetli Ahmet Feyzi ağabey ile yaptıkları mehdi, İsa (a.s.) ve deccal konulu derste biz de bulunmuştuk. Sual-cevap şeklinde devam eden derste bir ara Ahmet Feyzi ağabeyin bir sualine Hulusi Ağabey: “Sen bu akşam bu meseleyi Üstad’a sor! Buna ancak o cevap verebilir” deyince, Ahmet Feyzi ağabey: “Akşamı beklemeye lüzum yok. Üstad şu anda buradadır!” şeklinde latife tarzında bir hakikati beyan etti. (Çünkü nuraniyet sırrıyla her derste ve her sohbette Üstad mutlaka vardır.) ve böylece iki defa görüştüğümüz Hulusi Ağabey ile üçüncü olarak Elazığ Harput’ta bulunan mezarının başında Fatiha okuyarak görüştük.