Liberal uluslararası düzen, sadece siyaseten değil, ahlâkî ve epistemolojik olarak da sorgulanıyor.
Batı’da muktedirler halk tepkisine rağmen kendi doğrularını yeniden üretemiyor, farklı dünya tezahürleri sistemin dışında bırakılıyor ve dışlayıcı biçimde tanımlanıyor. Bu onların kendi doğruluk iddialarının sorgulanamazlığına dayanan yapısal bir problem.
Türkiye ise kendisine dayatılan konumların ötesine geçerek hem bölgesel, hem de küresel düzlemde yeni bir yön tayin edebileceği bir eşiğe geliyor. Avrupa’nın siyasal ve entelektüel çevrelerinde görülen rasyonel analiz yoksunluğu, Türkiye’yi sadece kendi güvenliği açısından değil, Avrupa’nın istikrarı açısından da vazgeçilmez bir aktör haline getirmekte.
O halde Türkiye’nin entelektüel ve kurumsal kapasitesini yeniden yapılandırması gerekli.
Bu yolda Türkiye’nin kaçınması gereken bir tehlike şu:
Yüzeysel anti-emperyalist söylemlerin ve mağduriyet temelli kimlik kurgularının üretimi riski. İran benzeri “herkes bize düşman” türü mesiyanik söylemlere yaslanan, dışlanmayı ahlâkî bir üstünlük haline getiren ve içe kapanık bir politikayı erdem gibi sunan yaklaşımlar riskli.
İçeride sürekli gerginlik üreten bu bakış, tehlikeli ve yalnızlaştırıcı bir dış politika üretimine yol açabilir (İsrail bunu ister).
Türkiye’nin stratejisi, karşıtlıklar üzerinden değil, denge ve özgüven üzerinden kurulan, soğukkanlı bir yaklaşımı benimsemek olmalıdır.
Bu süreçte medyanın taşıyıcı rol oynaması gerekir.
Medyada gözlemlenen yapısal problemler, sürecin gerektirdiği entelektüel derinliğin üretilmesini zorlaştırıyor.
Özellikle İslâmî duyarlılığa sahip medyanın yayın politikaları, güncel gelişmelere karşı retoriği yüksek, ancak analitik zemini zayıf ve tepkisel içeriklerle sınırlı kalmakta.
Oysa bu tarz yayınlar, okuyucuda zihnî bir açılıma sebep olmaktan çok bıkkınlık ve yeis duygusu oluşturmaktadır. Aceleyle yazılmış ve arkası doldurulmamış yazı ve yorumlar, tatmin edici içeriğe susamış gençlere hitap edememekte.
İhtiyaç duyulan şey yalnızca dil ve format değişikliği değil. İçerik üretiminde köklü bir zihinsel dönüşüm şart. Yerel düşünebilen ancak dünyayı bütüncül biçimde okuyabilen bir yaklaşım, yeni nesil içeriklerinin temelini oluşturmalıdır.
Müslüman dünyayı birbirine bağlayacak analizler, aktörlerle birebir kurulan söyleşiler, savunma sanayiinden diplomasinin yeni yönelimlerine kadar uzanan stratejik dosyalar önemli katkılar sunabilir.
Bugünün genç Müslümanları, erken dönemin Mekke ve Medine Müslümanları gibi, dünyaya açılma isteği taşıyan, merakı yüksek ve estetik duyarlılığı güçlü bireyler. Sayıları bizce yeterli olan bu gençlerin arayışlarına cevap verebilecek içerik üretimi, yalnızca sayısal değil, aynı zamanda niteliği önceleyen bir vizyonu zorunlu kılar.
Genç Müslümanlar salt yerel meselelerle ilgilenmemekte, ümmet bilinciyle hareket etmek istemektedir.
Bu bağlamda şu adımlar atılmalıdır:
- İslâm ülkeleri hakkında siyasî, kültürel ve ekonomik yönleriyle derinlemesine analizler sunan periyodik yayımlanan özel bültenler hazırlanmalı.
- Müslüman ülkelerdeki entelektüel figürlerle söyleşiler yapılmalı, bağlar kurulmalı.
- Savunma teknolojileri ve stratejik diplomasiler hakkında gençleri bilgilendirecek nitelikli içerikler hazırlanmalı.
- İçerikler pozitif agresif biçimde sosyal medya üzerinden yayılmalı.
Yeni neslin enerjisi bir şekilde yön bulacak. Bu dönüşüm sürecine öncülük edebilecek yapılar, sadece kendi varlıklarını değil, büyük bir tarihsel rolü yeniden tanımlayacak. Aksi takdirde, bu boşluğu başkaları doldurur ve diğerleri yalnızca geride kalır.
Doğruyu söylemenin zamanını ve biçimini yakalamak şarttır. Yeni Asya ve eli kalem tutan sahiplenicilerine düşen, bu açılımı başlatmak ve geleceği inşa edecek fırsatları değerlendirmektir.