“Diyanet ve çocuklar” başlıklı son yazımızda Diyanet’in yayıncılık konusunda akredite ve deşifre kurumu olması gerektiğini yazdık. Şöyle bitirdik:
“Bu konuda tek mesele Diyanet’in itibarı yani özerkliği ve tarafsızlığı. Bazı ana babaların, bilhassa siyasî imaj meseleleri sebebiyle Diyanet’ten kendileri uzak durdukları gibi çocuklarını da uzak tuttukları açık. Biz, Diyanet’in özerkliği meselesini bu sebeple de önemsiyoruz.”
Bir ilâhiyatçı dostumuz sordu:
“Hocam tavsiyeniz çok yerinde ve güzel. Fakat Diyanetin bir hikâye kitabına ‘çocuklar için uygundur’ demesiyle özerk olup olmaması arasında bir ilişki yoktur kanaatindeyim. Özerk olması gerektiği ayrı bir konu sanki.”
Cevabımız:
“Siyasetin etkisindeki bir kurumun güvenilirliği düşüktür. Kendisine güvenilmeyenin mührü de değersizdir.”
O yazımızın yayına girdiği gün camilerde Cuma hutbesi denilerek okunan metin hayli dikkat çekici ve özerklik meselelerini de yeniden gündeme getirici idi.
Öncelikle şunu söyleyelim: “Türkçe hutbe” tek parti dönemi ürünü bir bid’attır. Cuma saatinde minberden okunan Türkçe metni, dinen “hutbe” diye değil, “hutbe makamında okunan vaaz” diye dinlemek lâzımdır.
Diyanet İşleri Başkanı Muhterem Ali Erbaş’ın da “bilgilerimizi pekiştirelim” diyerek paylaştığı “Kamu Hakkı Dokunulmazdır” başlıklı o metinde çok güzel ve genel bir günahlar listesi verilmişti.
Ama güncel konu belediyeler ve yolsuzluk olunca şu kısımları özellikle dikkat çekici oldu:
***
Kamu hakkı; ‘Hukukullah’tır; Allah’ın hakkıdır, Rabbimizin bizlere emanetidir. … Kamu hakkına ihanet etmek; sadece bir haksızlık değil, aynı zamanda bir zulümdür.
Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Gulûl’ olarak isimlendirilen hazine, kamu, belediye, vakıf ve dernek mallarına el uzatmak; insanı dünyada zillete, ahirette büyük bir azaba sürükleyen ağır bir vebal, büyük bir günahtır.
Hazineye, vakıflara, derneklere, kamu kurum ve kuruluşlarına ait menkul veya gayrimenkulleri zimmete geçirmek, işgal etmek ya da vasıflarını değiştirerek gayr-i meşru kazanç sağlamak ateşten bir korla karnı doldurmaktır.
Kamu hizmetlerini sunarken insanlar arasında ayrım yapmak, tanıdığı kişilere öncelik vermek, çalışma saatlerinde şahsî işlerle meşgul olmak, hak hukuk tanımamaktır, günahtır. Yaptığı iş karşılığında aldığı ücretten başka, hak etmediği bir ücret talep etmek harama el uzatmaktır.
Hediye kisvesine bürünen her türlü çıkar ilişkisi, cehennem ateşinden bir parçadır.
Bir kişinin yapabileceği bir iş için birden fazla kişiyi işe almak kamu kaynaklarını israf etmektir. Torpil yapmak ve yaptırmak, adam kayırmak ve kollamak, gençlerimizin hayallerini çalmaktır.
Hutbemi, Peygamber Efendimizin (asm) şu uyarısı ile bitiriyorum: “Kamu malından haksız kazanç sağlayanlar için kıyamet günü ancak Cehennem azabı vardır.”
***
Camidekiler, hocaları dinlerken, kendilerince haklı olarak “Bu dedikleriniz bu iktidar döneminde oluyor ve iktidardakiler de bu kötülüklere alet oluyor hatta teşvik ediyor” dediler.
Camideki bazı muhalifler ise “Seçimle elde edemediği belediyelere yargı darbeleri ile çöken bir iktidarı neden eleştirmiyorsun da dil ucuyla belediyeleri eleştiriyorsun” dediler.
Bazı camilerde hocalar cemaati rahatsız etmemek için -belki de haklı olarak- bu metni okumadı. Sadece ayet ve hadisi -ki hutbe budur- ve meallerini okuyup indi.
Yani “ne İsa’ya, ne Musa’ya…”
Özerklik yok. İtibar zayıf: Nasihat tesirsiz.