Gemide yolcu değil; hademeyiz, tayfayız, kaptanız.
Yolcuları ehl-i din olan mü’minleri sahil-i selâmete çıkarmakla vazifeliyiz. Yolcu istirahat eder, hatta yatar uyur; ama bu yolcuları kazasız belâsız, salimen kıyıya çıkarmakla vazifeli olanların istirahata hakları yoktur.
Denizin azgın dalgalarıyla boğuşarak yol almaya çalışan bu gemide hademe olmak, tayfa veya kaptan olmak öyle sıradan ve kolay bir iş değil. Hiçbir engele takılmadan hatasız kusursuz bir şekilde bu ağır ve aynı şekilde şerefli yükümlülükleri yerine getirmek gerekir. Denizin korkunç dalgalarla boğuşmakta olan bir gemiyi selâmetle limana demirletmek elbette basit bir iş değil. Meşakkat ister, fedakârlığı gerektirir; daha da önemlisi kabiliyet ister.
Yükümlülüklerimizi görmezden gelip, bir anlık rehavete gemi Allah korusun su alıp batarsa bunun sorumlularının kaptan ve mürettebat olduğunu söylemeye gerek var mı? Evet Kendimizden öteye sair ehl-i dine karşı da önemli sorumlulukların bulunduğunun farkında mıyız? Onların dünyanın geçici aldatıcı ve dehşetli fırtınalarına kapılıp savrulmamaları için ehl-i dine nokta-i istinat olmakla vazifeli olduğumuzun farkında mıyız?
Kahir ekseriyeti taklidi yani zayıf bir inanca sahip olan sıradan ehl-i dinin de ruhsatlarla fetvalarla dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için bizim de elden geldiği kadar takvayı esas alıp, azimetlerle amel etmemiz gerekir.
Yine hadimler elden geldiği kadar haramlardan kaçmakta takvayı esas alıp, böyle bir hassasiyeti içinde örnek olabilirlerse o zaman sair ehl-i din de haramlara girmekten içtinap edebilirler.
Yine sıradan ehl-i dinin her türlü çekişme ve sürtüşmelerden uzak bir şekilde, huzur ve sükûn içinde hayatlarını sürdürebilmeleri de bir yönü ile Nur hadimlerinin kendi aralarında birlik beraberliğine bağlı olduğunu unutmamak lâzım.
Keza Risale-i Nur’daki toplum hayatımızı alâkadar eden siyasî, içtimaî çağlara ışık tutan şaşmaz ölçü ve prensiplerden bihaber olan avam-ı ehl-i dinin bilhassa siyasilerin yanlış tercihlerde bulunmamaları için Üstad Bediüzzaman’ın nazarlara verdiği ölçü, tavsiye ve düsturlar istikametinde tercihlerde bulunmaları gerekir.
Kısaca sorumluluğumuz ve yükümlülüğümüz çok; yükümüz ağır… Yanlış yapma lüksümüz yok. Çünkü sair ehl-i dine karşı ciddî ve önemli sorumluluklarımız var. Hiçbir mazeret ileri sürmeden bu sorumluluklarımızı harfiyyen yerine getirmek zorundayız. Yoksa ağır bir manevî mesuliyeti yüklenmiş oluruz.