Beş yıldır emek verip canla başla çalıştığı kurumda, amirlerinin tensibiyle idarî bir göreve getirildiğinde, kısa sürede ilişki ağı genişlemiş, dostları artmıştı. İnsan kaynakları sınırlı olan, nispeten küçük bir işletmede müdürlük yapıyordu. Sorumluluğu altında çalışan insanlar arasında hiçbir ayırım yapmaksızın, başta kendisi olmak üzere herkesin tanımlanmış görevlerini en güzel şekilde yapması için çalışıyordu. Bunda muvaffak da olmuştu. Ne var ki işletmenin el değiştirmesiyle yeni bir idarî yapılanma söz konusu olunca, idarî görevi sona ermiş, sıradan bir eleman olarak önceki görevine dönmüştü. Kendisi için son derece normal, hatta sorumluluğu azaldığı için bir bakıma rahatlatıcı olan olay, çevresinde büyük bir değişikliğe yol açmıştı. Deyim yerindeyse, ilişki ağı birden bire çökmüş, dostları ya da dost gördüğü insanlar etrafından uzaklaşmıştı. Çeşitli vesilelerle kendisine takdirkâr söz söyleyen, her seferinde saygı ve sevgiden söz eden kimselerin çoğu lal kesilmiş, gülen yüzler –tebessüm bir tarafa- görmezden gelmeye başlamış hatta bir kısmı merhabayı bile kesmişti. İşte o zaman anlamıştı, samimî saygı ve sevgi ile sahte saygı ve sevgi arasındaki korkunç farkı!
Üzerinden on yıla yakın bir zaman geçtiği halde, Emin Bey bu olayı, karşılaştığı yeni bir gayr-ı samimî tutum dolayısıyla hatırlayıp yâd etti. O gün bugündür insanlar arası ilişkilerde aradığı en önemli kriter samimiyet ve içtenlik oldu. İkircikli, samimiyetten uzak hiçbir söz, gülüş, tutumun önemi yoktu, onun yanında. Onun için, geçenlerde arkadaş çevresinde, “en sevdiğin sözcük nedir” diye sorulduğunda, hiç tereddüt etmeden “samimiyet ve içtenlik” diye cevap vermişti.