Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem: “Ak saçları yolmayınız. Çünkü o, kıyâmet gününde müslümanın Nûrudur” buyurmuştur. Eğer saçlar, hayırlı yolda ağarmış ise, ahirette, nurlu, neşeli ve sevaplı mükâfatları vardır. Cennette şirin ve zevkli meyveleri vardır.
Saçlar, şerli yolda ağarmış ise; onun da acı ve elemli azapları olacaktır. Cehennemde korkunç felâketleri vardır. İnsan vücûdunda olan değişiklikler, birer ikaz ve ihtardır. Ve hem de Esmâ-i Hüsnanın tecellîleridir. Siyah olan saçları, zamanla beyaz hâle getiren kimdir? Elbette Mülevvin olan, yani renkleri veren Allah’tır. Saçları sürekli uzatan, kaşları ve kirpikleri uzatmayan yine Hay olan Allah’tır.
Allah’ın her yarattığında ve her tasarrufunda bildiğimiz ve bilemediğimiz nice hikmetler vardır.
Bu bakımdan peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefsini bilen Rabbinin bilir” buyurmuştur.
Tabiat, son baharda sararıp değişik renkler alır. Bu güzel ve sevimli renkler tefekkür içindir.
İnsanın da sonbaharı vardır. Saçlarında, yüzünde, güç ve kuvvetinde değişiklikler vardır. Dizde derman, gözde ferman kalmaz. İnsanın, çocuk ve gençliği güzel ve tâze yaz çiçeğine benzer.
İhtiyarlık ise, kırışmış ve buruşmuş kış çiçeğine benzer. Bunların hepsi; ölüm sonrasının ve ölüm sonrasındaki sonsuz hayatın habercileridir.
Rivâyet edildiğine göre Hz. Ömer; kendisine ölümü hatırlatması için ücretli adam tutmuş.
Saçları ağarmaya başlayınca da, adamın görevine son vermiş. “Bundan sonra sana gerek yok. Başımdaki beyaz kıllar bana ölümü hatırlatıyor.” demiş.
Sadece başımızdaki beyaz saçlar ölümü hatırlatmaz. İnsanın yüzündeki kırışık, buruşuk yazı ve şekilleri de okumamız gerekir. Yüz, alın, göz ve kulaklardaki şifreli yazı ve şekiller de, ölümün ve âhiretin habercileridir. Tevbe, istikamet, duâ ve ibâdeti akla getirir. Melekül mevti, hesap gününü, cenneti ve cehenemi hatırlatır ve hatırlatmalıdır.
“Bak zamân-ı mâzî, senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamânı da geniş bir mezaristan olacaktır; bugün, sen iki kabrin arasındasın.Artık sen bilirsin.” (Mesnevî-i Nûriye, s.59)