Yıllar önce bir hukuk fakültesi öğrencisi “Bu asırda anlaşılmayan insanların başına Said Nursî’yi yazarım” demişti. Bu söz hâlâ kulaklarımda çınlar. O genç hukukçu adayı isabetli bir tesbit yapmıştı. Bediüzzaman anlaşılamadığı için yanlış muamelelere muhatap olmuş ve ülke çok şey kaybetmiştir.
Bu asrın her müşkül meselesini çözen Bediüzzaman’la aynı dönemde yaşayarak devleti yöneten bazıları maalesef onu anlayamamış, anlayamadıkları için de hep karşısında yer almışlar. Ama olaylar sonradan Bediüzzaman’ı haklı çıkarır.
Bediüzzaman dünya namına hiçbir beklenti içinde olmamış, kendisine teklif edilen köşk, maaş, makam, mevki gibi her şeyi de reddedip kabul etmemiş. Teklif sahiplerinin basit düşüncelerine alet olmamış.
Bediüzzaman memleket meseleleri ile yakından ilgilenirdi. Sıkıntı içinde bulunan Osmanlı Devleti’nin bu halden kurtulmasına yardımcı olup projeler sunmak ve Doğu illerini cehaletten kurtarmak için Sultan Abdülhamid ile görüşmek ister ve İstanbul’a gelir. Bürokrasi Bediüzzaman’ın Abdülhamid ile görüşmesine engel olur. Maalesef dönemin bürokrasisi bu halden çok rahatsız olur. Bediüzzaman’ı İstanbul’dan uzaklaştırmak için ihsanı şahaneden bir sürü hediyelerle birlikte maaş bağlamak isterler. Ama Bediüzzaman, “Ben maaş dilencisi değilim” diyerek bu teklifi kabul etmez. Bu hal bürokrasiyi epeyce kızdırır; Fizan, Trablusgarp ve Taife sürmek isterler, daha sonra da; bir Rum, iki Musevi, bir Ermeni ve bir Türk doktorun raporu ile ‘deli’ diye tımarhaneye gönderirler. Bediüzzaman yüksek emeller peşindedir, ama onu anlamazlar ve susturmak isterler.
O gün Bediüzzaman Doğunun bu günkü halini idrak etmiş olmalı ki Doğu insanının eğitim seviyesini geliştirerek cehaletten kurtarmak istiyor. Eğer o günün yöneticileri Bediüzzaman’ı dinleseydi ülkemiz bu günkü terör olayı ile karşılaşmaz ve bu kadar insanı da şehit vermezdik. Terörü durdurmak için harcadığımız kaynaklar da ülkenin kalkınması için harcanırdı. Demokrasi konusunda da ileri düzeyde olurduk. Şimdi kim haklı? Bir an için düşünelim.
Otuz bir Mart Vak’ası’ndan önce ülkenin iç huzuru bozulmuştu. Bu huzursuzluk Volkan Gazetesi yazarı Derviş Vahdeti’nin de tahrik eden yazıları ile her gün artıyordu. Hamallar isyan etmiş, halk ve askerler “şeriat isteriz” sloganları ile sokağa dökülerek bazı yöneticilerin görevden uzaklaştırılmasını istiyordu. Bu iç karışıklıkların gizli amacı Abdülhamid’i görevden uzaklaştırmak idi, arka planında ise İngiliz gizli servisi vardı. 31 Mart Vak’ası öncesinde feraseti ile bunu gören Bediüzzaman Said Nursî, Meşrûtiyete sahip çıkarak doğu vilayetlerine telgraf çekiyor, tahrik edilerek isyan ettirilen hamalları kaldıkları yerlerde ziyaret ederek isyandan vaz geçiriyor. Gazetelerde yazılan tahrik yazılarından dolayı gazetecileri uyararak, Derviş Vahdeti’yi “Edipler edepli olmalı” şeklinde ikaz eder. Ayasofya’da mebuslara hitap eder. Ferah Tiyatrosu’ndaki olayı ve Beyazıt’ta miting yapan öğrencilerin çıkaracağı kargaşayı önler. İsyan eden yedi tabur askerin isyanlarını önleyerek komutanlarına itaat etmelerini sağlar. Sükûneti sağlamak için Bediüzzaman adeta seferber olmuştur. Çok çaba harcar. Bediüzzaman’ı yine anlamıyorlar. Nihayet Otuz Bir Mart Vak’ası cereyan eder, Hareket Ordusu Selânik’ten İstanbul’a gelerek Abdülhamid’i tahttan indirir. Yıldız Sarayı’nı yağmalar bu güruh. Divanı Harpte birçok masum insan idam edilir. Bediüzzaman da Divanı Harpte yargılanır, fakat beraat eder. Eğer Bediüzzaman’ı o zaman anlayabilseydiler ülke bu duruma düşer miydi? Netice olarak din ve millet zarar etti, millet düşmanları ise her zaman olduğu gibi kâr ettiler…
İstanbul’u işgallerinden sonra Bediüzzaman, İngilizlere karşı ‘Hutuvat-ı Sitte’yi neşrederek mücadele verir. Neticede ısrarla Ankara’ya çağrılır. Ankara’ya gelir ve mecliste konuşma yaparak duâ eder. Mebusların namaza karşı lâubali davranmaları Bediüzzaman’ı rahatsız eder. Namaza dair mebuslara yönelik on maddelik bir beyanname neşreder. Bundan rahatsız olan o günkü yönetim ile arası açılır ve bir Hadisi Şerif’in de ihbarıyla bunlarla siyasî mücadele verilemeyeceğini müşahede ederek Ankara’dan ayrılmaya karar verir. Bediüzzaman’ı bunlar da anlayamaz.
Bediüzzaman, Ankara’dan Van’a gelince Erek Dağı’na çekilerek ibadet ile iştigal eder. Hamidiye Paşalarından Kör Hüseyin Paşa, Erek Dağı’nda Bediüzzaman’ı ziyaret ederek Şeyh Sait isyanına katılmasını ister, fakat bu istek kabul edilmeyerek reddedilir. Bu sayede isyan umumileşmez. Bediüzzaman ayrıca Şeyh Said’e mektup yazarak isyan planından vaz geçirmek ister, fakat Şeyh Said’i ikna edemez. İsyan gerçekleştikten sonra sıkıyönetim ilân edilerek dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılıp, İstiklâl Mahkemeleri kurulur. Şeyh Said ve kırk altı arkadaşı bu mahkemelerde yargılanarak idam edilir. Tek muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Böylece tek parti iktidarı ellili yıllara kadar devam eder. Ayrıca pek çok muhalif gazeteci ve insan tutuklanır. Sebilürreşad, Son Telgraf, İstiklâl, Sâdâyı Hak gibi birçok gazete kapatılarak muhalif basın susturulur.
İşte sonuç ortada. İsyan hangi menfaati sağladı? Hangi imanî ve İslâmî hizmeti netice verdi? Yapılan isyan tamamen menfi ve tahribat hesabına geçmiştir. Bediüzzaman’ın talebelerine verdiği son dersinde bile müsbet hareketi ders vermesi ne kadar haklı ve isabet ettiğini gösterir.
Bütün ehl-i iman Bediüzzaman’ın eserlerini anlayarak okumalı ve düsturlarını ciddiyetle hayatlarına tatbik etmeli. Bu asırda söz Bediüzzaman’ın!