GÖNÜLDE KALAN EL: HAMDİ ŞARLAN’IN HATIRASINDAN BİR KESİT
Hayatın bazı anları vardır ki, zamanın akışını aşar ve insanın kalbinde iz bırakır. Bazen bir söz, bazen bir bakış, bazen de bir el uzatışı, insan ruhunda derin yankılar uyandırır. Tarihe geçmiş şahsiyetlerin hayatından süzülen bu tür hatıralar, sadece geçmişi anlatmaz, aynı zamanda bugüne ve geleceğe ışık tutar.
Cumhuriyet döneminin önemli siyasetçilerinden ve 1939-1954 yılları arasında Ordu Milletvekilliği yapmış olan Hamdi Şarlan’ın anlattığı bu hatıra da, böyle anlamlı bir yolculuğun parçasıdır.
Hamdi Şarlan gençlik yıllarında İstanbul’da üniversite öğrenimi görmektedir. Bir gün, Fatih Camii civarına yerleşmiş olan Doğulu bir âlimin açtığı yazıhanenin kapısında asılı olan şu tabelayı arkadaşlarıyla birlikte görür ve davet dikkatlerini çeker:
“Buraya her türlü sual sorulur. Buradan sual sorulmaz.”
Hamdi Bey ve arkadaşları, her biri kendi branşında fizik, kimya, biyoloji, tıp gibi çeşitli sorular hazırlayarak o zata giderler. Ancak daha neredeyse ağızlarını açmadan, âlim onların her birine, sanki sorularını önceden biliyormuş da önceden cevaplarını hazırlamış gibi, tatmin edici cevaplar verir. Bu durum, gençlerin zihninde hayranlıkla karışık bir şaşkınlık uyandırır. Dışarı çıktıklarında birbirlerine şöyle derler:
“Biz cevabını bilemeyeceği sorular sormaya geldik ama o daha biz soruyu tamamlamadan cevapları tam verdi.”
Yıllar geçer. Hamdi Şarlan evlenir. Eşi, Nakşibendi tarikatına mensup, maneviyata açık bir hanımefendidir. Hamdi Bey, zamanla eşini farklı tarikatlara mensup şeyh efendilerin ziyaretine götürür. Nakşî, Kadirî ve Rufaî büyüklerinin sohbetlerine katılırlar. Her biri derin ilim ve irfan sahibidir. Fakat bir gün, Doğu’dan gelen ve ismini yeni yeni duydukları bir zatın, Said Nursî Hazretlerinin huzuruna da çıkarlar.
Bu ziyaret, diğerlerinden farklı olur. Eve döndüklerinde Hamdi Bey eşine sorar:
“Bugün ziyaret ettiğimiz zatlardan hangisi seni daha çok etkiledi?”
Eşi düşünmeden cevap verir:
“Said Nursî Hazretleri.”
Hamdi Bey bu cevabı merakla karşılar ve sebebini sorar. Eşi şu dikkat çekici sözü söyler:
“Diğer zatların hepsi bana elini uzattı. Ama Said Nursî, elini göğsünde tuttu, bana vermedi.”
Zamanın bir yerinde yaşanmış bu hatıra, hem manevî bir derinliğe hem de kişisel bir arayışın izlerine ışık tutar. Bazen bir el vermemek, bir el uzatmaktan daha büyük bir anlam taşır. Said Nursî Hazretleri’nin bu tutumu, belki de “manevî terbiyenin ve ölçünün” sembolü olarak kalplerde yer eder. Hamdi Şarlan ve eşi gibi nice insanın yolları bu büyük zatlarla kesişmiş; her kesişme bir ders, bir işaret olarak zihinlere kazınmıştır.
İnsan bazen sormaya hazırlanırken cevabı alır. Bazen dokunmaya yönelirken temas edememenin bile içinde bir hikmet olduğunu anlar. İşte bu hatıra da, sorulmadan verilen cevapların ve uzanmayan ellerin nasıl derin izler bırakabileceğinin canlı bir örneğidir.