"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Akrebiyet ve kurbiyet hakikati (3)

M. Ali KAYA
01 Şubat 2021, Pazartesi
On üçüncü ve on dördüncü asırda semavî lambalar ateşsiz yanarlar ve ateş dokunmadan yanarlar.

Bu elektriktir. Bu âyet elektriğe ve ampule işaret ettiği gibi cifirce 1280 (1870) tarihini göstererek bu tarihten sonra elektriğin bulunacağına işaret etmiştir. Aynı şekilde manevî bir elektrik ve nur olan Risale-i Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim (iman ilmi) olduğu halde külfet-i tahsile ve ders çalışmaya ve başka üstatlardan öğrenilmeye muhtaç değildir. Herkes ilgi ve istidat derecesine göre o yüksek ilmi, meşakkat ateşine gerek kalmadan her yerde bulup kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. Nasıl ki elektriğin kıymetli metaı ne şarktan ne de garptan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıdan cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır ve her yerde bulunur, başka yerde aramaya lüzum yoktur. Öyle de manevî bir Nur olan Kur’ân dahi taraf-ı İlâhiden “Vahy-i Semavî” ile kalb-i nebiye inzal edilmiştir. Aynen bunun gibi manevî bir elektrik olan Risale-i Nur dahi ne şarkın malûmatından ve ulûmundan ne de garbın felsefe ve fünûnundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semâvî olan Kur’ânın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.

“Zücâce de sanki ışık saçan bir inciye benzer.” Uzaktan baktığın zaman parlar ve parlaklığı ile aydınlatan beyaz bir inci gibidir. “Aydınlığını bir mübarek zeytin ağacından alır.” O ağaç ise kökleri semada olan “Tuba Ağacı” gibidir ki ona yapışan kopmaz sağlam semavî bir ip gibidir. Bu ağacın bir ucu Cennete, bir ucu ise Arşa bağlıdır. O İslâmiyet ağacıdır ki kaynağı vahy-i semavîdir. O şecerenin dalları ise Hz. Âdemden (as) günümüze kadar gelen peygamberlerin getirdiği esaslardır. Hepsi bir köke ve ağaca bağlıdır. Bu sebeple peygamberlerin dinleri birdir ve bu din Allah’ın razı olduğu Tevhit ve İslâm dinidir.

“O nurun misali ve temsili misbah içindeki mişkât gibidir.” Yani, Nur-u İlâhî, Nur-u Kur’ânî ve Nur-u Muhammedî’nin (as) misali aydınlatan kandil gibidir. Kandil nasıl maddî âlemi ışığı ile aydınlatarak karanlığı izale ediyor ise iman nuru da küfür ve cehâlet karanlığını öyle izale ederek hak ve hakikati açıkça gösterir. Nur Âyeti doğrudan Risale-i Nura işaret ederek on vecihle “Risale-i Nuru” göstermektedir. Ayrıca “Risale-i Nur” Kur’ânın iman nuru ile insanları tenvir ettiği gibi, o zamanda maddî olarak da insanların evlerini ve sokaklarını aydınlatan elektriğe açıkça işaret edip, nasıl aydınlattığını anlatmaktadır.

“Risale-i Nur” ve Risale-i Nur’un membaı olan “Hizb-i Nuri” ve “Cevşenü’l-Kebîr” okunduğu zaman kâinat dile gelmekte ve açıklanan her bir ism-i ilâhî bu kâinattaki bir âlemi nurlandırdığı görülmektedir. Zulümat karanlıklarını izale etmekte, gafleti ve bu gaflete sebebiyet veren tabiatları ve tağutları parça parça etmektedir. Ehl-i dalâletin boğulduğu tabiat perdesinin arkasında “Tevhit Nurları” görünmekte ve orayı nurlandırmakta olduğu hem göze, hem akla, hem diğer duygulara görünmektedir.

Risale-i Nur kâinatı baştanbaşa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmaya mazhariyetlerini öyle göstermektedir ki gafletin imkânı olmamaktadır. Böylece Risale-i Nurlar kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru anlayarak okuyanına kazandırmakta ve kâinat genişliğinde bir ubudiyet dairesi açmaktadır. (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 332)

2. 2. Risale-i Nur Sahabe Mesleğini Açmıştır

Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur mesleğinin “Sahabe mesleği” olduğunu şöyle ifade eder: “Risale-i Nur Mesleği, tarikat değil, hakikattir. Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Risale-i Nur bu hizmeti lillahilhamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor.” (Emirdağ Lâhikası, s. 130)

Henüz daha çocuk yaşta aklını kullanarak Allah’ın birliğine imanı tercih eden Hz. Ali (ra) ve Peygamberimizin (asm) nübüvvet dâvâsını duyar duymaz koşarak iman eden Hz. Ebûbekir (ra) elbette bütün sahabelerden daha faziletlidir. Onları fazilette diğer sahabelere takaddüm ettiren sır, elbette iman ve iman dâvâsındaki gayret ve hizmetleridir. Mekke döneminde Hz. Ebûbekir (ra) ve Hz. Ali’nin (ra) hayatını incelediğimiz zaman şu hususlar dikkatimizi çeker: Öncelikli olarak Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasında ve okunmasında ve etraf-ı âleme neşrinde en büyük hizmeti yapanlar Hz. Ebûbekir (ra) ve Hz. Ali (ra) herkesten daha gayretliydiler. Hz. Ebûbekir (ra) her gece tanıdıklarının ve akrabalarının evlerine gider onlara iman hakikatlerini ders veren Kur’ân âyetlerini okuyarak imana dâvet ederdi. Kabul edenleri evine dâvet eder ve Peygamberimiz (asm) ile onları görüştürür ve anlamadıkları konuları onlara açıklama ve anlatma fırsatları oluştururdu. İlk Müslüman olanların çoğu Hz. Ebûbekir’in (ra) gayretleri ve çalışmaları ile iman etmişlerdir.

Okunma Sayısı: 2065
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı