Gerek iç siyasette ve gerekse dış siyasette (diplomaside) yıllardır yaşanan U dönüşleri, son zamanlarda daha da artarak baş döndürecek şekilde hız kazanmaya başladı.
Haliyle, bu garip vaziyetin fayda ve zararları gibi lüzumu ve lüzumsuzluğu üzerinde yapılan tartışmaların da aynı şekilde alevlendiğini görüyoruz.
Ne diyelim? Bu çalkanın da neticesi hayrolsun diyerek devam edelim.
*
Zihinleri tazelemek için, yakın geçmişte şahit olduğumuz U dönüşlerinden birkaç tanesini kısaca hatırlatalım.
Kuzey Irak Kürt yönetimi ile bilhassa 2014 mahalli seçimleri (30 Mart) öncesi ve sonrasında birbiriyle zikzaklı, yekdiğeri ile çelişkili politikalar izlendi. Diyarbakır’daki o halaylı gösterileri hatırlayın. İşte, o tür bir görüntü, sadece seçim sürecinde nazara verildi. Öncesi ve sonrasında yine U dönüşlere devam edildi.
Yine, aynı süreçte Öcalan ile kurulan temas ve münasebetlerde, “açılım süreci”nde sergilenen politikalarda; ayrıca, Eylül 2010’da yapılan referandum öncesi ve sonrasındaki mesajlarda; bilâhare Kobani operasyonu öncesi ve sonrasında özellikle Berzanilerle birlikte yürütülen çalışmalarda; 2016’da Rusya ile yaşanan krizlerde; hele hele İsrail ile tâ başından beri sürdürülen siyasî, hukukî ve ticarî ilişkilerde, cidden insanı hayrette bırakan U dönüşü vak’aları sergilendi. Bunlara Suriye, Mısır, Libya, Arabistan, hatta ABD ile yaşanan zikzaklı politikalar eklendiğinde, Türkiye tarihinde şimdiye kadar hiç görülmedik bir med-cezir halinin artık sıklıkla sahnelendini üzülerek görmüş oluyorsunuz.
*
Akla gelen bir soru şudur: İç siyasette olduğu gibi, dış politikada da değişim ve dönüşüm halleri olmaz mı, olamaz mı?
Elbette olur ve olabilir. Ne var ki, burada çok farklı bir durum söz konusu. Şöyle ki: Söz konusu ülkelerle münasebet kesildiği, yahut kesileceği zaman, siyasî aktörlerimiz tarafından son derece kesin, keskin, kaskatı, dahası bağlayıcı, hatta utandırıcı öyle sözler sarf ediliyor ki, duyup dinleyince diyorsun ki “Tamam, bitti artık. Bu adamlar daha bir araya gelmezler, gelemezler; bir daha el sıkışıp da birbirinin yüzüne bakmazlar, bakamazlar.”
Esasında, hamasetli konuşmalarla milleti ve seçmeni de bizzat kendileri öyle bir hale sokmaya çalışıyorlar. Ama, sonra bir bakıyorsunuz, her şey tersine dönmeye ve insanı hayrette bırakan U dönüşleri sahnelenmeye başlıyor.
Bu durumda, kimi hayal kırıklığına uğruyor, kimisi şaşkına dönüyor, kimisinde de güven unsuru kaybolup gidiyor. Bundan sonra kime ve neye bel bağlayacağını bilemez hale geliyor. (Öyle ki, iktidar siyasetini en hararetli şekilde alkışlayan Akit gazetesinin kimi yazarları bile, darbeci Sisi ile yaşanan samimi yakınlaşma ve musafaha fotoğrafı karşısında utancından yıkıldığını ifade ediyor.)
Demek ki, hem siyasette, hem diplomaside gayet dikkatli, itidalli, dengeli ve teenni içinde kalarak gitmek gerekiyor ki, söz konusu zikzaklı, sakıncalı ve de utandırıcı haller yaşanmasın.
***
GÜNÜN TARİHİ 24 Kasım 1940
Trakya’da seferberlik
Başlangıçta ismi “Alman Harbi” olan II. Dünya Savaşı Avrupa coğrafyasında bütün şiddetiyle devam ederken, Türkiye’nin de bundan ciddî şekilde etkilendiğini görüyoruz.
Meselâ, Ankara hükümeti, 24 Kasım 1940 tarihinde, İstanbul, Çanakkale ve Kocaeli vilayetleri de dahil olmak üzere Trakya Bölgesi’nin tamamında sıkıyönetim ilân etme kararını aldı.
Söz konusu sıkıyönetim ile, ışıkları karartma ve kısmî seferberliğe kadar varan bazı tedbirlerin alınmasına yol açan âcil sebep, Faşist İtalyan kuvvetlerin Yunanistan’ı teslim almaya ve Alman Nazi ordularının da Bulgaristan’ı işgal etmeye başlamasıydı. Ne var ki, gerek İtalya ve gerekse Alman kuvvetlerinin, üstelik sınırdaş hale geldikleri Türkiye’ye doğrudan bir müdahalesi olmadı ve zararı dokunmadı. Yaşanan sıkıntılar, hep dolaylı şekilde vuku buldu.