Yakın zamanda, Cizre’nin bazı mahalleleri yerlebir oldu. Hendek ve bariyer operasyonu esnasında, adeta toprağın altı üstüne geldi.
Suriye’deki iç savaş sahnelerini andıran acı tablolar sergilendi. Şehir, ara ara yaşanmaz bir vaziyete büründü.
Bütün bu hercümerce rağmen, Cizre yine de yıkılmadı, şükür ki ayakta. Zira, can damarı hükmündeki mânevî ve kültürel bağları çok kuvvetli ve bir o kadar da bereketli.
Hz. Nuh Aleyhisselâm’ın halaskâr gemisi, bu civardaki Cebel-i Cûdi’ye demirlemiş.
Damla damla Cennet’ten beslenen Dicle Nehri, çağların ötesinden bu coğrafyaya mütemadiyen bereket taşıyor.
İlmin dâhileri olan El-Cezire’ler, yine bu coğrafyadan dünya sathına san’at ve medeniyet harikalarını yapıp yaymış.
Mem ile Zîn arasında yaşanan şiddetli aşk hikâyesi bu diyârda cereyan etmiş.
Asırların derinliğine kök salmış olan ilim ve fen medreseleri, hem bölgeye, hem de sınırların ötesine katar katar nur ve huzur taşımış.
Üstad Bediüzzaman, henüz 14-15 yaşlarında genç bir talebe iken, bu diyâra gelmiş ve Dicle’nin kenarındaki meşhûr Bani Hani mevkiinde kırk kadar müderris âlim ile karşılaşmış; dolayısıyla, genç Said, ilk büyük münâzarasını yine burada gerçekleştirmiş.
Yine Üstad Bediüzzaman’ın muhabbetini kalbinden eksik etmeyen, onunla fikrî ve manevî irtibatını hiç kesmeyen iki büyük âlim Şeyh Seydâ (1889-1968) ile Seyyid Ali Findikî’nin (1892-1968) birer ziyaretgâh olan mezarları Cizre’de bulunmaktadır.
Bediüzzaman’ı ziyaret teşebbüsü
Bediüzzaman Hazretleri’nin son Urfa seyahatini haber alan Şeyh Seydâ ile Seyyid Ali Efendiler, hemen harekete geçer ve Cizre’den Urfa’ya doğru yola çıkarlar.
Beraberlerinde, hem mürit ve talebelerinden, hem de ahaliden kalabalık bir halk kitlesi var. Midyat’a vardıkları esnada, Üstad Bediüzzaman’ın vefat haberini alırlar.
Hemen orada, Şeyh Seyda’nın imametinde Üstad’ın gıyabî cenaze namazını kılarlar.
Bu iki mühim zâttan biri olan Seyyid Ali, dünya gözüyle göremediği Üstad Bediüzzaman’ın vefatına çok hüzünlenir ve o duygular içinde gayet hazin, gayet içli bir kaside yazar.
Şimdi de, aslı Kürtçe olan bu yakıcı kasidenin orijinal birkaç beyiti ile birlikte, tamamının Türkçe tercümesini takdim edelim.
Ey dilê meskenê derda, ma tu zanî ku çibî
Ew Seîdê cân fedâ j’dînê me ra, j’kîsê me bî
Çepera dîn girtibû, pakî ji kesekê ne dikir
Heq dizanî heq digot û heq dikir her dem webî
Çû wefat kir çi musîbet sed hezar rehmet li ser
J’ehlê vî dînê mubîn re, çi nimûnek taze bî
Ew li Nors’ê hate dinya û li Riha wefat kir
Ew şehîr bu ew bedî’ bû ez çi bêm ser deste bî
Ey Alî! Gerçi Seîd çû, lê Risalê Nûr neçû
Sed emanet min lite tu ji wan mehrûm nebî
Kasidenin Türkçesi
Ey dertlerin meskeni kalbim, bilir misin ne oldu?
Din için kendini fedâ eden o Said’i kaybettik
Din-i mübin için yücelttiği bayrağı
Sorduk soruşturduk, bulamadık benzerini
Dinin tarafını tuttu, kimseden de korkmaz idi
Daima hakkı bilir, hak söyler, hak üzere yaşardı
Ortaya serdiği ve de sunduğu ilim pazarı
Şam’da, Mısır’da, Bağdat’ta bulunmazdı
Maalesef ki vefat etti, yüz binler rahmet ona
Bu dinin mensuplarına ne güzel bir nümûne
Hicretin bin üç yüz yetmiş dokuz senesi
Açıldı ona Cennet bahçelerinin kapısı
Nurs’ta dünyaya geldi, Urfa’da vefat eyledi
O meşhurdu, bedî idi; ne vasfetsem de üstündeydi
Ey dû cihan bahtiyarı! İçime dert oldu seni görmemek
Rabbimden niyazımız âhirette senin yanında olmak
Ey Ali! Said gitti gerçi; lâkin Risâle-i Nur gitmedi
Yüzlerce kez tavsiyem, sakın mahrûm kalma ondan