Bundan tam yetmiş sene önce, yani 14 Mayıs 1950’de, bu vatanda bir bayram havası, bir demokrasi şöleni yaşandı. İlk defa gerçekleştirilebilen hür ve serbest seçimler sonucu, Demokrat Parti, millî iradenin bir tecellisi olarak tek başına iktidara geldi.
Söz konusu iktidar değişikliği, aynı zamanda 1876’dan beri verilen demokrasi mücadelesinin de bir zaferiydi. Saltanatçılar, İttihatçılar ve Halkçılar, ilk defa seçim yoluyla ve sandık marifetiyle iktidardan indirilmiş oluyordu.
Bu açıdan da bakıldığında, demokrasinin 14 Mayıs’ta harikulâde bir sûrette şâha kalktığını söylemek mümkün.
Bugün ve yarın için cevabı bulunması gereken cân alıcı soru şu: Acaba, tıpkı 1950’de olduğu gibi, demokrasiyi tekrar canlandırmak ve yeniden şâha kaldırmak mümkün mü?
Bu hayatî sualin kısa cevabı şudur ki: Bir şey eğer alenî şekilde vâki olmuş ise, elbette onun tekrarı da mümkün ve mâkuldür. Şimdi, bundan yetmiş sene evvel yaşanmış olan demokrasi bayramının bir nebzecik de olsa havasını yansıtmaya çalışalım.
***
1945 yılı sonlarında CHP içinde isimlerini “Dörtlü Takrir” ile duyuran Celal Bayar, Fuad Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes, kısa bir süre bağımsız kaldıktan sonra 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurdular.
21 Temmuz 1946’daki genel seçimlerde bin bir zahmet ve eziyet ile 60 kadar milletvekilliğini elde ederek partilerini “çeyrek muhalefet” derecesinde Meclis’e sokabilen DP’nin bu kurucu kadrosu, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra ülkenin zirvedeki yönetim kadrosunu teşkil etti: Bayar, Cumhurbaşkanı; Koraltan, Meclis Başkanı; Menderes, Başbakan; Köprülü, Dışişleri Bakanı oldu.
***
Demokrat hükûmetinin ilk icraatı, 18 senedir yasaklanmış olan Ezan-ı Muhammedî’yi serbest bıraktırmak oldu. Arkasından, radyodan ilk kez olmak üzere Kur’ân ve Mevlit okutmak.
Din, fikir ve inanç noktasındaki bu hürriyetler sağlandıktan sonra, yurdun bir ucundan bir ucuna baş döndüren, hayranlık uyandıran bir eğitim ve kalkınma hamlesi başlatıldı.
O zamana kadar, devlet kademelerinde bilhassa aristokrat kesimle paşaların çocukları yerleşip söz sahibi olabiliyordu. Gariban Anadolu çocukları hep dışlanıyordu. Demokratların iktidarıyla birlikte, Anadolu’nun bağrından çıkan kabiliyetlere de siyaset ve bürokrasinin kapıları açılmış oldu. Demirel, Özal, Erbakan gibi isimlerin önü o tarihlerde açıldı.
***
Bediüzzaman Hazretleri, o tarihlerde yaşanan Demokratların lehindeki bu siyasî inkılâbı şu sözlerle senâ eder: “...İttihad-ı Muhammedî (1909) ile müttefik olan (Osmanlı) Ahrar Fırkası, yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeâir-i İslâmiyenin başında olan ezân-ı Muhammedîyi farmasonların zincirlerini kırıp ilân etmesiyle; siyasetten kat-ı alâka eden, eskide ‘İttihad-ı Muhammedî’ şimdi ‘Nurcular’ nâmını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim...” (Beyanât ve Tenvirler: 202)
Bu iktibastan şunu anlıyoruz: 1946 şafağında kurulan ve 1950 baharında tek başına iktidara gelen Demokrat Parti, misyonu itibariyle, Meşrûtiyet döneminde boy gösteren Osmanlı Ahrar (Hürriyet) Fırkasının devamı mahiyetindedir.
Aynı şekilde, o dönemin İttihad-ı Muhammedî’nin devamı da, potansiyel olarak, şimdi İttihad-ı İslâm mânasında devam ediyor. İttihad-ı Muhammedî, vaktiyle nasıl “Ahrarlara nokta-i istinad” olduysa, şimdiki İttihad-ı İslâm da Demokratlara müttefik ve istinad noktası olması icap ediyor. Başka türlü hareket, bu köklü ve asîl misyona zarar verir.
***
Ahrar hareketi, 35 senenin ardından, 1950’de yeniden uyanmıştı. O tarihten günümüze tam tamına iki tane 35 sene geçti. Şüphesiz, bu da kendi içinde bazı mânâları barındırıyor.
Ümit ve temenni ediyoruz ki, yetmiş sene evvelki o demokratik şuur ve heyecan dalgası yeniden uyansın da, bu vatan ve millet yeniden ve fakat daha kâmil mânâda bir demokrasi bayramı yaşasın.