Bizans İmparatoru Konstantin Draganez, muhtemel Osmanlı saldırısına karşı bir tedbir olarak, 12 Ocak 1452’de Ayasofya mabedinde Patrik (Ortodoks) ile Papalık (Katolik) taraftarlarını bir araya getirerek bir ortak âyin yapılmasını istedi.
Ancak, ne yaptıysa da bu gayesinde muvaffak olamadı. Gerek halktan ve gerekse kendi ülkesinin ruhbanlarından tepki aldı. Hatta, açıktan açığa “İstanbul’da Kardinal (Lâtin) serpuşunu görmektense, Osmanlı sarığını görmeyi tercih” edenlerin olduğunu gördü.
Bu durum karşısında hayal kırıklığı yaşayan İmparator Draganez, derdine deva olacak hiçbir netice alamadan geri adım atmak mecburiyetinde kaldı.
Bizans halkının ve hatta din adamlarının Latinlere karşı duyduğu bu şiddetli alerjinin iki önemli sebebi vardı.
Birincisi, dinî ve mezhebî ayrılık; İkincisi ise, daha evvel Bizans’ın merkezin İstanbul’da (Kostantiniye) yaşanan çok kanlı ve büyük talanlı “Latin işgali”nin bir türlü silinemeyen izleri, lekeleri, etkileri…
*
Avrupa’daki Latin Katolikler, vaktiyle Selçuklu’ya karşı Bizans’ı korumak için İstanbul’a gelmişlerdi. Ancak, şehrin güzellik ve debdebesi karşısında meftun olup, Müslümanlarla savaşmak yerine burayı işgal etmeyi tercih ettiler.
İstanbul’daki bu Latin işgali, 1200’lü yılların hemen başlarında yaşandı. Bizans’ın orta yerinde, bu suretle bir Latin Krallığı kuruldu. İstanbul’un bütün güzelliklerini yakıp yıkan, önemli bir kısmını da yağma eden bu işgal dönemi, 1260’lara kadar devam etti.
Bizans hanedanı ise, bu zaman zarfında, Gürcü yakınlarından da yardım alarak Trabzon’a gittiler ve orada Pontus Rum Krallığını kurdular.
Rumlara ait bu her iki devlet de, sonunda Sultan II. Mehmed (Fatih) tarafından fethedildi.
Gitti Çakmak, geldi Orbay
TürkiyeCumhuriyeti tarihindeki ilklerden biri de 12 Ocak 1944’te yaşandı. O gün, 55 yıllık asker ve 22 yıldır aralıksız şekilde Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten Fevzi Paşa “yaş haddinden” emekliye sevk edildiği için, makamını halefi Kâzım Orbay’a devretmek durumunda kaldı.
Dolayısıyla, TC Genelkurmay Başkanlığı makamı dairesinde, ilk kez bir devir-teslim hadisesi yaşanmış oldu.
1922’den beri bu makamda bulunan ve bunca yıl memlekette yaşanan direnişleri, başında bulunduğu askerin müdahalesiyle bastıran Fevzi Paşanın, esasında ne M. Kemal’e, ne de İsmet Paşaya herhangi bir muhalefeti vardı. Tam bir itaatle onlara bağlılığını ispat etmişti.
Meselâ, M. Kemal’in imza attığı inkılâplardan hiçbirine karşı gelmediği gibi, bunların tatbikata konulması safhasında da askerin gücünü sonuna kadar kullanmaktan çekinmedi.
Aynı uyumlu ve itaatkâr Fevzi Paşa, M. Kemal’in ölümünden bir sonraki gün ise, bu kez ağırlığını M. Kemal’in bir yıl önce dışlamış olduğu İsmet’ten yana koyar. Meclis’in etrafını silâhlı askerler ile çevirir ve mebuslar tarafından İsmet Paşanın ikinci cumhurbaşkanı olmasını “zor”la temin eder.
Bu iki paşa arasındaki samimiyet ve muhabbet, 4-5yıl kadar daha devam eder. Aralarında baş gösteren zıtlaşma ise, işte bu tarihte, yani 1944’ün hemen başında başlar.
22 yıllık Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bir türlü emekli olmak ve bu makamdan ayrılmak istemez. Ne var ki, İsmet Paşa kararlıdır. Üstelik, cenâh-ı askeriye, komutanları olan Fevzi Paşadan ziyade onun söylediklerine itibar ediyor.
Çaresiz kalan ve kendisi için bir tek çıkış yolu bulamayan Fevzi Paşa, ister istemez emekli olmayı kabul eder. Artık, yeni Genelkurmay Başkanı Org. Kâzım Orbay’dır. Onun görevi ise, Vali Tandoğan’ın 1946’da intihar etmesiyle son bulur. Çünkü, hadise ile iltisaklıdır.