Onun adına her yıl çeşitli dallarda ödül verilen İsveç asıllı Alfred Nobel, 10 Aralık 1896'da İtalya'nın San Remo şehrinde öldü.
Ölümünden beş yıl sonra, yani 1901'de ilk kez "Nobel Ödülleri" verilmeye başlandı. 1900 yılında İsveç hükümetinin kurmuş olduğu Nobel Vakfı tarafından, o tarihten itibaren beş dalda verilen ödüllere 1969'da altıncısı eklenmiş oldu. Şimdi, her ölüm yıldönümünde, büyük törenlerle “fizik, kimya, tıp, edebiyat, ekonomi ve barış” olmak üzere, toplam altı dalda ödül dağıtılıyor.
İşte, o ödüllerden biri olan Nobel Barış Ödülü, 10 Aralık 1964’te Amerikalı din ve sosyoloji uzmanı, temel insan hakları savunucusu, zenci rahip Martin Luther King’e verildi.
Gerek yaşantısı ve gerekse fikirleri itibariyle İslâmiyetle de ciddî alâkası bulunan bu tarihî şahsiyetin, ayrıca tarihe geçen bir konferansı var. Konu başlığı “Bir hayalim var” şeklinde.
Şimdi, 4 Nisan 1968’de bir sûikasta kurban giden bu müstesna insanın o meşhûr konferansından bazı kesitler sunalım. Hayatta iken bir oğlu da katledilen Martin Luter, yüz binlere hitaben şunları söylüyor:
"Bir hayalim var...
“Size ondan söz etmek istiyorum.
"Ülkemiz tarihinde yurttaşlık hak ve hürriyetleriyle ilgili düzenlenmiş olan bu en büyük gösteride, şu anda aranızda bulunmaktan sevinç ve mutluluk duyuyorum.
"Bundan bir asır kadar önce, şu an manevî himayesinde bulunduğumuz Büyük Amerika, Hürriyet Beyannâmesi’ni imzalamıştı. Bu tarihi belge, esaret zinciri altında yaşamış ve adâletsizlik ateşiyle yanıp kavrulmuş milyonlarca insan için, uzun ve zifiri karanlık gecelerini sona erdirecek bir umut ışığı haline gelmişti. Ancak ne yazık ki, bundan 100 yıl sonra bile, siyahlar hâlâ özgür değil ve hayatlarını ırkçılığın, ayrımcılığın prangalarına mahkûm olarak, sürünerek geçiriyorlar.
"Onlar, hâlâ kendilerini Amerika toplumundan dışlanmış, kendi toprakları üzerinde sürgün hissediyorlar ve acılar içinde kıvranıyorlar. İşte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için burada toplanmış bulunuyoruz.
"Bir anlamda bugün, ülke başkentine artık vâdesi dolmuş çeklerimizi bozdurmak için geldik. Büyük Cumhuriyetimizin yüksek mimarları, İnsan Hakları Beyannamesi’ni imzaladıklarında, aynı zamanda her bir Amerikalı’nın bu mirastan kendine düşen payı alabileceğini de vaad etmekteydiler.
“Ne var ki, Amerika vaat edilen bu haktan, vatandaşlarının renkleri söz konusu olduğunda, vazgeçmiş gibi görünüyor. Bu kutsal yükümlülüğü ifâ etmek yerine, zenci vatandaşlara, üzerinde 'Karşılıksız' yazan sahte çekler veriliyor. Ancak, biz yine de 'Adalet Bankası’nın iflâs etmiş olduğuna inanmıyoruz. Zaman, Allah'ın tüm kulları arasındaki adâleti gerçekleştirme zamanıdır.
"Adâlet sarayına giden sıcak eşiğin üzerinde durmakta olan halkıma da söylenecek bir çift sözüm var: Haklı dâvâmızı gerçekleştirme yolunda, yanlış tutum ve davranışlardan uzak durmalı. Hürriyet ateşini, acı ve nefret kâsesinden içerek söndürmemeli. Mücadelemizi daima vakar ve disiplin içinde sürdürmeli. Hareketimizin fizikî bir şiddete dönüşmesine asla müsaade etmemeliyiz.
"Bizler, çocuklarımızı kimliklerinden sıyıran ve insanlık değerlerinden koparan ‘Beyazlara mahsustur’ yazan tabelâlar var olduğu müddetçe asla tatmin olmayacağız.
"Bizler, adâlet, coşkun sular gibi çağlamadıkça ve haklar gür bir nehir gibi coşmadıkça, katiyen tatmin olamayız. Sizler, ıztırabın her çeşidini tatmış kahramanlarsınız. Acı çekmeden kazanılan başarıların gelip geçici olduğu inancıyla, yolunuza devam edin.”
(Devamı yarın)