Yakın zamanda ebedî âleme uğurladığımız, iki akrabamın vefatları, hiç gelmeyecek sandığım ölüm hakikatini yüzüme vururken, sevdiklerimiz hayatta iken onlara gösterilen hürmet, merhamet ve rıza-i İlâhî dairesinde muhabbet etmenin ne kadar kıymetli olduğunu hissettirdi.
Mevtanın yıkanıp, kefenlenmesi, hızlı bir şekilde kabre konup, üzerinin toprakla örtülmesi, o sırada imamın söylediği telkinler, daha sonra eş ve çocuklarının dua ve helâllik istemeleri, ilk defa şahit olduğum, ölüm hakikatini tam manasıyla hissettiğim anlar oldu. En çok etkilendiğim ise herkesin kısa bir müddet içinde oradan uzaklaşmaları idi. Daha önce yalnız kalmasından korktuğumuz sevdiklerimizi, bir anda bırakıp gelmiştik, “Hayat devam ediyor” diyerek. Ve zihnimde beliren soru; bırakıp gelmek mi daha zordu yoksa ayrılık mı daha zordu? İlk anlarda üzüntü hâliyle cevap bulamasam da elhamdülillah bu teessür ve hüzün, Risale-i Nur hakikatlerinin imdada yetişmesiyle hafifledi ve iman ve ahiret nimetine şükrettirdi.
Evvela, bırakıp geldiğimiz sevdiklerimizin yalnız olmadıkları ve en emin ellere teslim ettiğimize dair, 11. Mesele’de geçen; “Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte, bir tecrid-i mutlak içindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken, birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar. Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandılar, hararetlendiler. Âlem i ervaha pencereler açıldı…” ifadeleri, bırakıp gelmenin elemini giderirken; herkesin muhakkak gideceği kabir âleminde yalnız olmadığını, “Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkî’nin” (20. Mektup) olduğunu, her şeyin ve her hizmetin muhafaza edildiğini, her amelin mükâfat ve mücazatının olacağını ve sonunda bir Zât-ı Zülcelâl’in huzuruna gidileceğini, birkaç senelik meşakkatli, sıkıntılı ömre bedel, ebedî rahata ve rahmete gidildiğini bilmek, ümit ve teselli kapısını aralarken, birden; “Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (20. Mektup) hakikati ise ebedî ayrılık olmadığını, tekrar görüşeceğimizi hatırlatırken, zihnimde beliren soruları da izale etti.
“Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın dünyasında yoktur[...] Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor.” (10. Mesele)
Bu hakikatlere iman gözlüğü ile baktıran, Risale-i Nur’a muhatap eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Tüm vefat eden yakınlarımıza rahmet duasıyla….