"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kasap Tahir ve Bediüzzaman

Misbah ERATİLLA
25 Eylül 2016, Pazar
1948 yılının Ocak ayının son günlerinde yolumuz Afyon Ceza Evi’ne düşmüştü.

Eskişehir (1935), Denizli (1943) ve son olarak da Afyon Ceza Evi’nin misafiriydik. Ben (Raf’et BARUTÇU) ve Tahiri MUTLU Ağabey Üçüncü Medrese-i Yusufiye’nin dördüncü koğuşa verilmiştik. Koğuşta yetmiş mahkûm vardı. Bu mahkûmlardan yaklaşık otuza yakını katil ve bir çoğu da idamlıktı. 1948 yılı öncesi hazırlanan bir tezgâh sonucu çeşitli şehirlerden toplanan Nur Talebeleri buraya, Afyon Cezaevine doldurulmuştu. Belli aralıklarla farklı şehirlerden tutuklanıp getirilen Nur Talebeleri, şartları en zor ve en sıkıntılı koğuşlara dağıtılmıştı. Afyon Cezaevi, ortaçağdan kalma altı adet geniş koğuşlu, Cehennem azabını aratmayan bir yerdi. Bizim kaldığımız koğuş ise hayatta hiçbir beklentisi olmayan, idamlık ve müebbet mahkûmların hâkim olduğu farklı bir dünyaydı.

Tahiri Ağabey’le koğuşa girdiğimizde içerdeki mahkûmlardan kimse selâmımızı almadı. Loş ve basık koğuş tavanı altındaki sessizlik bizi ürkütmüştü. Üç gün boyunca kışın o soğuğunda kimse bize yatak bile vermedi. Seccademizi sererek namazımızı kıldığımız betonun üstünü yatak yaptık. Bu yıl da kış mevsimi son 30 yılın en sert kışını geçiyordu. Her taraf don tutmuş, Afyon’un çevresiyle irtibatı kesilmiş, demiryolları kapanmıştı. 15-20 gün boyunca şehre yiyecek, yakacak gelmemiş, sular da akmıyordu.

Koğuş ağası, ranzanın ikinci katında yastığını sırtına dayayıp bir ayağını bir diğer ayağının üstüne atmış, ayak tabanı yüzümüze bakıyordu. Koğuş ağası; elleri, ayakları ve boynu prangayla bağlanmış korkutucu bir canavara benziyordu. Koğuş ağası, çevrede Kasap Tahir adıyla şöhret bulmuştu. Karısına yan bakan birinin boynunu kasap bıçağıyla kopardığı için bu isimle anılır olmuş. Çift tabancayla gezip, Afyon şehrini haraca bağlamıştı. Koğuş ağası Kasap Tahir, herkesin korktuğu belâlı biri diye bilinirmiş. Birkaç cinayetten idama mahkûm edilmiş, kararı ise temyize gönderilmiş.

Birkaç hafta içinde Afyon Cezaevi’ne toplam 54 mazlûm Nur Talebesi getirilmişti. Cezaevinde herkes söz birliği etmiş gibi bize kötü muamelede bulunuyordu. Bizleri; katillerin, hırsızların, idamlıkların koğuşlarına kuzuları kurtların önüne atar gibi dağıtmışlardı. Gardiyanlar ve hapishane müdürü en kötü şey ne ise bize onu reva görüyordu. Onlara verilen emir doğrultusunda hareket ettikleri açık seçik belliydi. “Sakın kimse bunlarla konuşmasın! Özellikle de Said Nursî ile hiç kimse görüşmesin!” diye herkes kurulmuş bir saat gibi hareket ediyordu.

Bir gün koğuşta mahkûmlar bir araya toplanmış, aralarında Said Nursî Hazretleri ile ilgi konuştuklarına kulak misafiri oldum. Mahkûmlardan biri, Kasap Tahire beşinci koğuşta tutuklu bulunan yaşlı hocanın Allah’ın iyi bir velisi olduğunu ve duâsının makbul olduğunu söylüyordu. Hemen, heyecanla yerimden fırlayarak konuşulanların olduğu ranzaya yaklaştım. Boynunda, ellerinde ve ayaklarında zincirler bulunan koğuş ağası Kasap Tahire yaklaştım, ölmekte olan birine sen ölmeyeceksin der gibi: “Sen Said Nursî Hazretleri’nin elini öper ve onun duâsını alırsan inşallah idamdan kurtulursun.” dedim.

 Kasap Tahir, gözleri ilk defa bir şey görüyormuşçasına açıldı ve uysal bir kuzu gibi:    “Kurtulur muyum?”  dedi.

 “Kurtulursun inşallah!” dedim.

Kasap Tahir yeniden doğmuş gibi heyecanlandı ve bahçede volta atma zamanının gelmesini sabırsızlıkla bekledi. Vakit gelince Said Nursî Hazretleri’nin bahçeye çıktığını gördüğünde kalbi hızlı hızlı atmaya başladı ve uçar adımlarla ona yaklaştı. O günlerde Said Nursî Hazretleri ile konuşmak, onun yanına gitmek cesaret isterdi. Kasap Tahir, Said Nursî Hazretleri’ne bir tavşan ürkekliğinde yaklaşarak: “Efendim bana duâ edin de kurtulayım.” dedi. Said Nursî Hazretleri: “Eğer sen namazlarını kılarsan, ben de sana duâ edeceğim.” dedi. Kasap Tahir: “Efendim ben kurtulacak mıyım?” diye yumuşak ve kısık bir sesle sordu. Said Nursî Hazretleri: “Senin kurtuluşun için de duâ edeceğim.” dedi ve ardından ona: “Sen önce namaza başla!” dedi. Said Nursî Hazretleri, Kasap Tahir’in üzerindeki kararmış, paslı prangalara bakıp gülümsedi ve: “Bu sana takılan şeyler, senin idam mahkûmiyetinin zincirleri değildir! Bunlar senin tesbihindir! Sen namazına başla, tesbihini çek, ben de sana duâ edeceğim, inşallah kurtulursun!” dedi. Müjdeli haberi alan Kasap Tahir, ayakları yerden kesilmiş gibi kendini mutlu ve ümitli hissederek oradan ayrıldı.

Kasap Tahir, o andan itibaren Said Nursî Hazretleri’nin gönül frekanslarıyla ihtizaza gelir. Müjdenin etkisiyle madden ve manen temizlenebileceğine inanır. Kısa bir sürede Kasap Tahir, Tahir haline gelir ve namaza başlar. Namaz sonunda kendisini bağlayan zincirlerin halkalarını bir bir sayar. Bir de ne görsün; tamı tamına zincir halkaları otuz üç adettir.

Kasap Tahir, koğuşta namaza başlayınca yetmiş kişilik koğuşta dört kişinin dışında bütün mahkûmlar namaz kılmaya başladı. Kasap Tahir, namaz kılanları koğuşun en iyi yerlerine yerleştirdi. Namaz kılmayanları ise Tâhirî Ağabey ile benim üç gün boyunca kaldığımız eski ve berbat yere yerleştirdi. Kasap Tahir, Said Nursî Hazretleri ile görüşmesinden sonra bizlere çok hürmetkâr bir hal aldı. Benim ve Tahiri Ağabeyin yemeğini dahi pişirir ve bir hizmetçi gibi bizlere hizmette bulunmaya başladı. O vahşi Kasap Tahir, Nurların dersiyle kısa zamanda ıslah oldu, ağırbaşlı ve kimseyi üzmez bir hale geldi diye söylentiler koğuştan koğuşa yayıldı. “Bu adam nasıl bu hâle geldi?” diye herkes hayret içinde kaldı.

Said Nursîi Hazretleri’nin insanlarla ilişkisini kesmek için 70 kişilik koca beşinci koğuşta tek başına yerleştirilmişti. Kışın dondurucu soğuğunda koğuşundaki kırk pencereden çoğu kırıktı. İşkence ve zulüm bu şekliyle devam ediyordu. Altıncı koğuşta ise Said Nursî Hazretleri’nin has talebeleri olan Mehmet Feyzi, Ceylan ve Hüsrev kalıyordu.

Nur Talebeleri ve Said Nursî Hazretleri, hapishane hayatları boyunca en fazla zulmü gördükleri yer, üçüncü Medrese-i Yusufiye diye bilinen Afyon hapsi oldu. Cenâb-ı Hak bu zulüm Cehennemi içinde Said Nursî Hazretleri’ne hediye olarak kışın ortasında Elhüccetü’z-Zehra kardelenini yeşerterek yazdırdı. Bu kasvetli hava içinde rahmet bulutları acılı kalplere teselli olarak şefkatle Elhüccetü’z-Zehra’yı mazlûmların yardımına gönderdi.

Nihayet Kasap Tahire Temyiz Mahkemesi’nden cevap geldi. Kasap Tahir, idamdan kurtulmuştu. Temyiz, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nin idam kararını bozmuş, cezasını 30 yıl hapse çevirmişti. Kasap Tahir, koğuştaki mahkûmlara: “Ben ölmüştüm Said Nursî Hazretleri duâsıyla beni ipten aldı.” diyordu. O benim yeniden dünyaya gelmemi sağladı. Ölünceye kadar onun sevgisini, minnetini kalbimde yaşayacağım.” diye her sohbette dile getiriyordu. Kasap Tahir bir yıl boyunca içindeki kirleri ibadetle, duâlarla öyle eritti ki görenler bu değişikliğe inanamıyordu.

Radyodaki bir haber koğuşları bayram yerine çevirmişti. Mahkûmların sevinç naraları şehrin sokaklarında duyuluyordu. 1950’de umumî af çıkmıştı. Kasap Tahir de diğer mahkûmlar gibi tahliye edilmişti. Kasap Tahir af haberini duyduğunda saatlerce yerinden kıpırdamadı. Buzdan bir heykel gibi donup kalmıştı. Sevinen mahkûmlar arasında, eski bir dolap gibi duruyordu. Bir zaman sonra bedenindeki buz eridi, gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Ve hıçkırıkları artçı deprem gibi devam etti. “Üstadım, teşekkürler!” diye birisinin kulağına fısıldıyor gibi kendi kendine söyleniyordu. Kasap Tahir, hapis hayatını her anlattığında: “Benim kurtuluşum Hoca Efendinin kerametidir!” diyordu.

Kasap Tahire İslâm güneşi ve iman nuru nasip olmuştu. Maddî ve manevî kurtuluşa eren Kasap Tahir namıyla bilinen şahsın gerçek adı Tahir Mesci’ydi Cezaevi’nden çıktıktan sonra kasaplık mesleğini bıraktı, Su İşleri’nde çalışıp emekli oldu. Üç kız, bir oğlan dört çocuk babası Tahir Mesci, çocuklarını okutmuş, yetiştirmiş, vefatına kadar istikametli, düzenli, istikrarlı bir hayat sürmüş. Sonradan hac farizasını da yerine getirmişti.

Kasap Tahir her gün sabahın erken saatlerinde kalkar, namazını kılar, ellerini açıp: “Bana duâ eden Üstadımı koru! Onu muhafaza et!” diye duâ ederdi. Üstad Hazretleri’nin ismini her duyduğunda: “Ona teşekkür edemedim, bir iyiliğim dokunmadı!” diye hep üzülürdü. Sevinmek için ise “Üstad Hazretleri bana sen namaz kıl, ben de sana duâ edeceğim.” sözünü hiç unutmadı ve ezan okunduğunda Üstadın ona olan duâsı kesilmesin diye hemen namaza dururdu.

Okunma Sayısı: 9684
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdurrahman demir

    25.9.2016 21:54:15

    Hocam sizi tebrik ediyorum.Yazılarınız gün geçtikçe güzelleşiyor yakında bunları bir kitap haline getirmeniz gerekiyor

  • emin bozkus

    25.9.2016 09:27:07

    Eline sağlık misbah hocam

  • Mirhan

    25.9.2016 07:55:30

    Gerçekten tuylerim diken diken oldu okurken.. Cok guzel ele almışsınız . Kaleminiz cok kuvvetli..

  • Rüstem Garzanlı

    25.9.2016 06:10:26

    Evet, ölüme ve vahşi insanların zulmüne terk edilen bir adam var o da Bediüzzaman ve talebeleri... Cezaevinin soğuk koğuşlarında,üstatlarının hizmetinde Risale yazdıran ve onun hizmetinden asla sıkılmayan kahraman Nur talebeleri adeta asr-ı saadette sahabelerin Efendimize olan sadakati ve uhuvvetini sergileyen Uhut savaşında şehit olan 70 sahabe gibi, Afyon ceza evinde 70 talebe üstadları ve Kur'anın davası için seve seve ölüme gitmeyi tercih eden Hafız Ali, Binbaşı Asım,Rıf'at ağabeyler, vs.vs'ler işte dava, işte sadakat işte ihlâs... Ey miras yediler! Risale-i Nur bu asrı ve gelecek asırları tenvir edebilecek Kur'anın manevi bir tefsiridir. Bu zırha sarılarak Kur'anın etrafında toplamak, siyaset ve gıybet yapmaktan daha efdal değil mi?. Risale-i Nur mecrasında hizmet etmek şeref ve makamların en üstünüdür.....

  • Melih Can DAŞDELEN

    25.9.2016 00:30:10

    Allah razı olsun.. Böyle ihtida kıssaları insanın içinde bulunduğu deryanın kıymetini bilmesine vesile olacaktır inşaallah..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı