Muhafazakâr siyasetin yumuşak karnı kadın ve cinselliktir.
Geçmişte başörtülülere getirilen kısıtlamalar reaksiyona sebep olmuş, başörtüyü savunan partiler iktidar olmuştu. Ne var ki gelinen nokta hepimizi üzecek cinstendir. Tesettür, örtmek demektir.
Son yıllarda başörtülü/tesettürlü kadın açılımı yaşanıyor. Tesettürlülerin iktidarlar eliyle toplumun içine çekilmesi, kadınlı erkekli siyasî ve sosyal faaliyetlere katılması cinsler arasındaki mesafenin azalmasına sebep oluyor. Başörtülüleri siyaseten öne çıkarmak isteyenler onları filmlerde, dizilerde ve sosyal medyada kullanmaya çalışıyor. Hürrem Sultan’dan, Rabiatül Adeviyye’ye uzanan çizgide milliyetçi ve muhafazakâr bir kadın profili zihinlerde yer edilmeye çalışılıyor.
Siyasilerin, kanaat önderlerinin, din bilginlerinin, özellikle de başörtülülerin yaptığı yanlışlar maalesef temsil ettiklerini iddia ettikleri değerlerle özdeşleştirildiğinden, fatura topyekûn bu değerlere çıkarılıyor. Bu sebeple söz konusu değerler sorgulanır hâle geliyor. Bilhassa muhalif siyasî görüşlüler bu kişiler üzerinden dinden, tarihî köklerinden soğuyor.
Hz. Muhammed (asm) ve Hz. Hatice (ra) tarafından aşk, vefa, merhamet, şefkat ve adalete dayalı İslâm medeniyeti kurulmuştur. Hz. Hatice, İslâm’ın filizlenmeye başladığı çileli Mekke günlerinde iki cihanın Sultanına (asm) eşlik ve vezirlik etmiş, ne var ki İslâm’ın hâkim olduğu Medine dönemini göremeden dünyadan çekilmişti. Akabinde Peygamberimize (asm), Hz. Aişe ve Hz. Zeynep gibi güzide kadınlar eşlik etmişti. Günümüz insanının bu müstesna kadınlardan alacağı çok ders var.
Ne yazık ki bazıları zaman zaman maksatlarını aşarak bu tertemiz kadınların pak ruhlarını incitecek davranış ve söylemlerde bulunuyor. Hz. Hatice’nin, Peygamberimizden (asm) önce 2 evlilik yapması, Hz. Aişe’nin küçük yaşta evliliği, Hz. Zeynep’in Hz. Zeyd’den boşandıktan sonra Peygamberimizle (asm) evliliği tartışmalara sebep olabiliyor. Bunun en temel sebebi gelenekle, tarihî birikimle, bilhassa insan ve iman merkezli eserler veren din bilgeleriyle bağının kesilmesidir. Bu durum savrulmalara sebep olmaktadır.
Öyle ki tesettürlüler bile konuya feminist bakış acısıyla bakabilmektedir.
Son yıllarda kadınların bilhassa tesettürlülerin sosyal hayatta görünür hale gelmesiyle kadın ilgi odağı oldu. Tehlikenin farkına varanlar örnek kadın profili oluşturmak için Hz. Hatice gibi kadınların hayatlarını kitaplaştırıyor. Maalesef bunlarda da kulağa kar suyu kaçıran bilgi ve yorum hatalarına rastlanıyor. Bunun bir sebebi de İslâm kültür ve birikiminin sade ve arı bir yorumu olan Risale-i Nur gibi bir eserin dikkate alınmaması. Nurdan Damla kardeşimiz Risaleleri merkeze alarak Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Zeynep ve Belkıs’ın hayatlarını romanlaştırdı. Şükür ki onda bu tür hatalara rastlanmıyor.
Hz. Hatice’nin yaşadığı dönemde çok eşlilik yaygındı. Bundan dolayı kadınlar arasında rekabet vardı. Bu onların iffet ve izzet duygularını zedeliyor, kendilerini beğendirebilmek için elinden geleni arkalarına koymuyorlardı. Kılık kıyafete, süs ve takılara aşırı önem veriyorlar, öne çıkmaya çalışıyorlardı. Fakat o sanki böyle bir çağda yaşamıyormuşçasına kendine farklı bir dünya kurmuştu. Kendini erkeklerin cazibesinden uzak tutmaya çalışıyordu. Onbeş yaşına geldiğinde asaleti, iffeti, sadeliği, nazikliği, zarafeti, güzelliği, karakteri, ahlâkı, zekâsı, basireti, zemzem duruluğundaki yüzü, kevser tadındaki sözleri, en çok da hanımefendiliğiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Doğru sözlü, gerekmedikçe konuşmayan, dedikodudan uzak, kendi iç âleminin derinliklerine dalmış güzide halleriyle hemen her erkeğin ilgisini çekiyor, gönlünü meşgul ediyordu. Böyle bir hanıma sahip olan dünyadan daha ne istesindi.
O, zamanın en güzel, iffetli ve asil kadınıydı. Taliplileri arasında zenginler, soylular, üstün ahlâklılar da vardı; zalimler, zorbalar, kabadayılar da. Ebu Hale şerefli ve zengin bir aileye mensup, erdemli ve saygın bir gençti. O günkü şartlarda onun pak ve nezih ruhuna en uygun erkekti. O günlerde bekâr hanım dedikoduların, dahası fizikî ve ruhî tacizlerin odağındaydı. Bundan dolayı Hz. Hatice kendini korumak adına teklifini kabul etmişti. İki yıl süren evlilik Hale’nin vefatıyla sona ermişti. Henüz on yedisinde iki yetimle başbaşa kalmıştı. Dul kadınlar kem gözlerin kurbanı olabildiğinden, üstelik üstün kişiliğiyle her erkeğin ilgisini çektiğinden kendini korumak adına Atik’in teklifini kabul etmişti. Fakat Atik, Peygamberimize (asm) eş olacak fıtratta yaratılan Hatice’ye uyum sağlayamamış, büyük ruhî darbeler ve yaralarla evlilikleri sona ermişti.
Eşleri konusunda yaşadığı talihsizlikler gerçekten de büyük bir sabrı gerektiriyordu. Aslında her şey bahaneydi. Kader onu Peygamberimize (asm) yar ve yardımcı olarak hazırlıyordu. Aklı, iffeti, hayâsı ve edebiyle Peygamberimize (asm) hanım, Cennet kadınlarının sultanı olacak nitelikteydi. İnsan yarım yaratılmıştı. Yar’ını bulan diğer yarısını tamamlıyordu. Her erkek Hz. Hatice’yi, her kadın Hz. Muhammed’i (asm) arıyordu. Hatice diğer yarısını Hz. Muhammed’de (asm) bulmuştu.
Evlilikleri sevgiyle başlamış, vefa, sadâkat, anlayış, hoşgörü, fedakârlık ve saygıyla taçlanmıştı. Üç kez evlenmiş, üç çocuklu, üstelik kendinden 15 yaş büyük bir kadını, kendisini tercih ettiği için son nefesine kadar Sevdiğine (asm) minnettarlığını hissettirmişti.
Şimdilerde Hz. Hatice ruhu, Hz. Muhammed’in (asm) nuru hayatımızdan çıktığından kadınlar metalaşıyor, boşanmalar artıyor, yuvalar dağılıyor. Onları hakkıyla tanımış olsaydık boşanmalar bu kadar artmaz, kadınlar ağlamaz, çocuklar ortada kalmazdı. O halde Nurdan Damla’nın Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Zeynep’in hayatlarını anlattığı romanlarını bir daha okumalı. Okumalı ki fikrî ve halî savrulmalardan uzak duralım.