"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kundaktan kefene Hz. Hatice

Mustafa ORAL
18 Aralık 2019, Çarşamba
İnsan doğduğu andan itibaren elbise misali üzerine yeni hayatlar yükleniyor, kalbine yeni kalpler işleniyordu.

An geliyor, kalbinden o hayatlar sürgün ediliyor, toprağa veriliyordu. Hz. Hatice de her insan gibi bunu yaşayacaktı. Şimşir işlemeli kundakta başladığı hayatında kader ona rengârenk elbiseler biçmişti. Hz. Muhammed (asm) ile yolları kesişmeden önce üç evlâdı dünyaya gelmiş, üç eşi kalbine defnetmişti. İnsan vakti gelince varlığından soyunmasını bilmeliydi. Hz. Hatice’nin üzerindeki ilk elbise annesiydi. Önce onu çıkarmış, toprağa bırakmıştı. Arkasından babası ve kardeşi dünya elbiselerini çıkarıp cepsiz gömleği giymişti. Eşi Hale onları izlemişti. Onlar kefenlerini giyerken üç çocuğu kundak giymişti.

İnsan ölümü kendine ve sevdiklerine yakıştıramıyordu. Oysa hayat ilerledikçe ölüme yaklaşılıyordu. Elbiseler gibi beden de eskiyordu. Üstelik beden elbisesi eskirken yanındakiler de aynı hızla eskimeye devam ediyordu. Bazen yepyeni bir elbise çalıya takılıp yırtılıyordu. Bazen kendini bilmez biri çekip yırtıyordu. Hasılı kullar tarafından bakılınca ölüm bazen vakitli, bazen vakitsiz geliyordu. Vakitli gelene kendini alıştırıyordu da vakitsiz gelince katlanmak zor oluyordu. Elbise eskiyince elbet çıkarılacak, yenisi giyilecekti. İnsan yaşlanınca, hastalanınca beden elbisesi eskiyecek, ardından ölüm beklenecekti. Hz. Hatice’nin annesi ve babası vakitlice öbür âleme göçmüşlerdi. Ölüm acısını ilk kez o zaman hissetmişti. Ardından 26 yaşındaki eşi Hale’yi kaybetmişti. 

Kırk, insanın kabre baktığı, Cennete göz kırptığı yaştı. Kırkına geldiğinde canlara can katan Hz. Muhammed Mustafa (asm) ile evlenmiş, hayata yeniden bağlanmıştı. Vücut altı ayda bir yenilenir. Ruh ise sürekli değişir. İnsanı yaşlandıran yaşı değil yaşadıklarıydı. Onun yaşantısında ölümle hayat hep at başı gitmişti. O günlerde evlâdı Kasım dünyaya gelmişti. Çile ve saadetin burun buruna gittiği hayatında anne babasından başka iki evlâtla imtihan edilecekti. Kasım hayatlarına yeni hayatlar katmıştı ki Azrail yine selâm vermiş, Kasım’ı arkadaş edinivermişti. Kasım hayata 2 yıl tutunabilmiş, sonunda minik kefenini giymişti. Hz. Hatice, Azrail’i ilk defa bu kadar yakınında hissetmişti. Bir insan için en acı şey evlâdını yitirmekti. Evlâdını kaybetmek, Allah’a iman etmeyen için, belki felâketlerin en büyüğü gibiydi. Şükür ki onun yanında ölümün ve hayatın hakikatini bilen, sırlarını çözen, kâinatın kendisi için yaratıldığı, bütün varlıkların kendisine bir can borcu olduğu Hz. Muhammed Mustafa (asm) vardı. 

Tohum toprağa düşüyor, çatlıyor, ağaç oluyordu. Görünüşte ölürken gerçekte yepyeni hem de çok bereketli bir hayata kavuşuyordu. İnsan da öyleydi. Toprağa düşecek, Cennette tubâ ağacı gibi güzelliklerle tekrar dirilecekti. Ölüm dünya ile ahiret arasında kıldan ince, kılıçtan keskince sırat köprüsüydü. Ölmeden Cennete gidilmiyordu. Ya ölüp Cennete gidecek ya da acılarla bu meşakkatli hayata direnilecekti. Oysa ölüme kim direnebilmişti. O halde tasmalı ve kelepçeli halde götürülmeden önce kendi arzusuyla kabre gitmeli, ölmeden önce ölme sırrına ermeli, daha yaşarken, eli ayağı tutarken kabrini kazmalı, kendini kabir ehlinden bilmeliydi.

Ölüm bir dirhem zahmetten bin batman rahmete gitmekti. Ham meyve dalda durmak ister, düşmekten kokardı. Ham insan dünya ağacında kalmak ister, ölmekten korkardı. Olgunlaşan hurma başını eğer, sahibini arardı. Vakti gelince sahibi gelir, onu alırdı. Böylece bitki hayatından insan hayatına yükselirdi. Olgunlaşan insan başını öne eğer, Rabbini beklerdi. Rabbi gelir onu alır, dünya hayatından çıkarıp Cennet hayatına yükseltirdi. 

Hz. Hatice bunun gibi birçok yüce hakikati Hz. Muhammed’den (asm) öğrenmiş, bu vesileyle ölümü sevmiş, kabre gülerek bakmıştı. Her ölüm onu sallamış, ama yıkamamıştı. Kasım’ın vefatı ise yıktı yıkacaktı. İşte o an âlemlere can verilmesine vesile olan Hz. Muhammed Mustafa (asm) yine yardımına gelmiş, Kasım’ın Cennetteki makamını göstermiş, onu tutup kaldırmıştı. Kasım’ın acısına sabırla karşılık verdiği için kısa süre içinde mükâfatını almıştı. Allah bir almış, dört vermişti. O yüzünü toprağa dönüp gözlerini kaparken güzide çocukları Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma peşpeşe kundağa düşmüş, dünyalarını şenlendirmişti. Arkasından Abdullah günyüzüne, dünya düzüne çıkmıştı. Kasım’ın acısı biraz daha azalmıştı. Ne var ki Abdullah’ın da nefesi ancak üç ay yetmiş, kundaktan kefene geçivermişti. Hz. Hatice’nin canından bir can daha eksilmişti. Buna can dayanır mıydı? Kendini ölümün eşiğinde bilmeliydi. 

Şimdi bütün zamanlara can verecek o ulvî sözleri söylemenin vaktiydi: 

“Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! Ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: 

“El-Aman, el-Aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!”

Okunma Sayısı: 3795
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gönül Sütcü

    18.12.2019 05:48:25

    Teşekkür ediyorum, yazılarınız ve konular çok mükemmel Allah razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı