Prof. Dr. Özdemir Nutku, ‘Dünya Tiyatrosu Tarihi’ isimli eserinde Antik Yunan’da kent devletlerini tiranların yönettiğini ifade eder.
Tiran, yanında para ile tuttuğu askerleri ona bağlı kaldıkları sürece mutlak gücü olan bir kimsedir. Bir Tiran genellikle, alt sınıfların, içinde bulundukları duruma olan hoşnutsuzluklarını kullanıp onların yardımıyla yönetimi ele geçirdikten sonra en önce onları ezmekte gecikmeyen, açgözlü bir soylu olurdu.
Kent devletinin yasası ile başa geçer; fakat başa geçtikten sonra kendisini yasanın üstünde sayardı.
Tarihi, bir tiyatro olarak koyarsak yukarıda yazılan sahnenin defaatle oynandığını görürüz. Tarihin seyrinde piyasaya çıkmış tiranların tesbitini siz okurlarımıza havale ederek, güce ve tek adama dayalı sistemi irdelemeye çalışacağız.
Âlem-i İslâm’ın bugünkü halinin anlaşılabilmesinde de bu tarz irdelemelerin önemine dikkat çekerek, bizdeki Tiranların iki şekilde meydana çıktıklarını söylemek mümkündür:
1. Menfaate dayalı dünyevî hissiyatların egemen olduğu bir anlayışla yönetimi ele geçirmek.
2. Din adına yönetimi ele geçirmek.
Bu ayrımı yaptıktan sonra “Menfaate dayalı dünyevî hissiyatların egemen olduğu bir anlayışla yönetimi ele geçirme” konusunu incelemeye çalışalım.
Burada hemen şunu da belirtmek gerekir ki bu gruptakilerin birçoğu dinde lâkayt yahut dine zarar vermek adına ortaya çıkan kimselerdir. Bilhassa gözlemlediğimiz kadarıyla İslâm dini yerine kendi anlayış ve görüşünü oturtarak yeni bir din ya da dinsizlik oluşturma amacı taşıdıkları görülür. Dinin emirleri yerine tek adamın emirleri vardır. Bu emirlerin rahat uygulanabilmesi için İslâmî şeairlerin ortadan kaldırılması ve ustalıkla yerine yenilerinin getirilmesi gerekir. Bu mahiyetteki hadiseleri tesbit etmek isteyen okuyucularımıza tavsiyemiz; önce Şeair-i İslâmiyeyi önlerine koymaları ve ardından tarih sayfalarına karıştırarak konuya ilişkin gelişmeleri tahkik etmeleridir.
“Epiktetos’un anlatımıyla; bir insan üst bir mevkiyi tutuyorsa ya da öyle olmadığı halde öyle olduğuna inanıyorsa ve kendisine hiç kimse talimat veremiyorsa, bu insan kendini en “ulu” kişi görmeye hazırdır.”
Bu mahiyette “ulu” sıfatı ile başlayan methiyelere aman dikkat!
Tiranlarda dikkat çekici noktalardan biri de birilerini sürekli olarak kullanıyor oluşlarıdır. Bunda da güç ve paranın etkisi olduğu muhakkaktır. Birilerinin adamı olarak menfaate dayalı bir sistemin içinde var olma arzusunda olan kimselerin sayıca azımsanamayacak derece oluşları Tiranların elini güçlendiren en önemli etkendir.
Kendi şahsî çıkarlarını korumak isteyenler Tiranın etrafında yapılanarak adeta kişiliğini de satmış olurlar. Böylelikle içten içe biat kültürü gelişir. Bu biat kültürü bazen (ne yazık ki) kulluk derecesine gelir. Tiranlar bu kimselerin duygu ve düşüncelerinin de yöneticisi ve reisi olurlar.
Gün gelir ki, dine dahi el uzatılır.
Evet, herkes doğruyu söyleyebilir, ama otoritenin tamamen hâkim olduğu ve istibdatın hissedildiği dönemlerde hakikatleri söylemek ve eğilmemek hiç de kolay bir iş değildir. Biat etmeyenlerin bir kısmının da zayıf damarı korkudur. Bu sebeple gönülsüz de olsa ‘Tiran’ın hükmüne böyleleri de boyun eğer.
Bu da özünde istibdata dayalı bir yönetim anlayışı demektir. Zira istibdatın olduğu yerde baskı olacak ve en nihayetinde keyfi uygulamalar ve ölçüleri belli olmayan güç ile diğer insanları kendi istediği gibi şekil verme ve kendisine sonsuz hürmet gösterme durumu meydana çıkacaktır.
Tarihin seyrinde var olan bu hadiseleri yokmuş gibi kabul etmek ise hayal dünyasında yaşamaktan öte bir şey değil. Bugün de varlar ve ne yazık ki var olmaya da devam edecekler.
Çözüm ise içinde saklı. Ezilenler fırsat bulup da level atladıklarında yeni Tiranların oluşmasına mahal vermeyecekler. Yani ezildik öyle ise şimdi biz ezeriz demeyecekler.
Aslında Tiranlara mahal vermemenin önemli bir yolu daha var. O da çareyi şahıslarda değil; şahs-ı manevide aramak. Zira Tiranların besin kaynağı şahısperestlik ve menfaattir.