Ne var ki, “namı yedi düvel, yetmiş vilayet, yedi yüz kasabada söylenen” Tatar Ramazan'a.
Peşinen şerhimizi düşelim, herhangi bir sanat eserindeki şiddet, yersiz sertlik, silah kullanımı katiyen reddettiğimiz usullerdir. Nur Talebeleri için kılıç, daima harici düşmana karşı çekilir.
Evet Tatar Ramazan bir “Kabadayı”dır. Gönlündeki zaafı örtmekte de kullandığı, sahip olduğu kaba güce dayanarak, mahalleliye eza eden, yanlış işlere kalkışan bitirim ve görgüsüz “Külhanbeyi"lerden farklı olarak, Kabadayı, usul-erkan bilir, kanun ve nizama dikkat eder, mahallenin namusunu gözetir, mahalleli onun anası, babası, bacısı, evladıdır, zulmetmez; bilakis mani olur, mahallenin huzuruna teminattır, önce gönlündeki kuvvete dayanır, gönlü ise hakka ve doğruya; bundan sonra ise kaba kuvveti olmuş olmamış önemli değildir. Kabadayı ile oturulur kalkılır. Kabadayı sokağın ucunda göründü mü kimsenin tadı kaçmaz, sadece külhanbeyinin keyfi bozulur.
Aşağı yukarı böyle bir profilin resmedildiği Tatar Ramazan filmlerinde neredeyse Risale-i Nurlar’dan alıntılanmış gibi duran ve Yeni Asya’nın duruşunu hatırlatan bir diyalog daha vardır. Tatar Ramazan hapishane müdürüne der: “Devlet adil olduğu sürece güçlüdür. Hükümet adamları, kanun çerçevesinde kaldıkları zaman sözleri geçerlidir.”
İşte bu noktada akla gelir Bediüzzaman Said Nursî’nin söyledikleri: “İstibdat zulüm ve tahakkümdür, Meşrutiyet adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 121.)
Evet ne Üstadımız ne de Yeni Asya bir “kabadayı” değil, ancak her dönemde “külhanbeyi”lerin tadını kaçırdıkları doğrudur. Daima müsbet hareket çizgisindedir fakat müsbet hareket icabı sesi bazen gür çıkar; yine Tatar Ramazan’a ait bir replikte olduğu gibi: “Gaddar, zorba bir haramzade ortaya çıkar, fakir fukarayı ezmeye kalkar, bunca haksızlık görür de rahat yatabilir mi insan, o zaman ben de ortaya fırlarım ve adama “Dur!” derim.”
Yeni Asya’nın sesinin gür (Hakikatin Gür Sesi Yeni Asya Gazetesi!) çıkması ne hınçtan ne kinden ne gözü dönmüş bir öfkeden ne dünyalık bir ikbale kavuşma arzusundan ne de siyaset sevdasından değil, gönlü olan şahs-ı manevînin kuvvetinden ve şahs-ı manevînin dayandığı hak ve doğruluktan, ümmetin, Hz. Hüseyin’den (ra) beri adalete dair tam dinmeyen susuzluğundan, “Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa elini keserim” diyen Resulullahın (asm) şaşmaz terazisinden, böyle bir Resul’e veraset-i nübüvvet makamında olan Üstadımız ve ortaya koyduğu hayatından ve hepsinin dayanağı olan Kelamullah’ın ezelî ve ebedî sahibi olan Allah’a istinaddandır.