Barla, Bediüzzaman’la hayat bulmuş, şenlenmiş, şerefyab olmuş, yükselmiştir. Ulvî İslâm davasına gönül vermiş Nurlu kahramanların, meydan-ı imtihan ve cihadda; durağı, konağı, otağı, payitahtı olmuştur.
Barla’da zaman, bir an-ı seyyale... Barla’nın her insanın dünyasında ayrı bir yeri, ayrı bir hatırası vardır. Maddî ve manevî berekete, letafete, sırlara, zenginliklere, güzelliklere mazhar olmuş ihtişamlı mekânların adı, şanı, şerefidir Barla…

Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar Talebelerine mekân, mesken, mektep, medrese, merkez olmuş, taşıyla toprağıyla bu mübarek ve güzel Barla’da her şey Risele-i Nurun hakikatlerine tarif olmuş, temsil olmuş, tefekkür olmuş, tenezzüh ve temaşagâh olmuş; hayallerde, hafızalarda, hatıralarda yerini bulmuştur.

Nur’un payitahtı
Barla, Bediüzzaman’la hayat bulmuş, canlanmış, şenlenmiş, şerefyab olmuş, yükselmiş. Ulvî İslâm davasına gönül vermiş, hidayete ermiş, hakka, hakikate, adalete, istikamete yönelmiş, Kur’ân’ın cadde-i kübrasına ulaşmış Nurlu kahramanların, meydan-ı imtihan ve cihadda, Barla; durağı, konağı, otağı, payitahtı olmuştur.

Barla’da Risale-i Nurların telif yıllarında zümrüt yamaçlar, yalçın kayalıklar, yüce dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar, ünsiyet ettiği vuhuş (vahşîler) ve sath-ı arz mescidinde cümle âlem, gönüller Sultanıyla birlikte halka-i zikirde aşk ile şevk ile beraber etmişler zikr-i Hallâk’ı daim…

Muannidleri aciz bıraktı
Fetret karanlıkları afâkı sardığı zulmet devrinde, Kur’ân güneşinin nurları, Allah’a istinat, istimdat, intisap dualarıyla; iman ve ihlâsla Bediüzzaman’ın lisanından, sır kâtiplerinin kaleminden satırlara dökülen Risale-i Nur’un elmas hakikatleri, elden ele, dilden dile muhtaç gönüllere ulaşmıştır.

Hatta cerh edilmez hüccetleri, din düşmanlarının ve “Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’ân aleyhinde hazırladıkları hücum planlarını ve esaslarını bozuyor.” Akılları ve fikirleri fesada uğramış muannitleri ikna ve ilzam ederek çaresiz ve aciz bırakmıştır.

Eylül’de Barla
İzahı ve ifadesi mümkün olmayan hissiyat, hasret ve iştiyakla sevdiğimiz Barla’ya ziyarete Çam Dağı’ndan başladık. Sonbaharda Eylül, göçleri, firakları, ölümleri ve hüzünleri hatırlatan zaman olarak bilinir… Sonbahardan kış mevsiminde, dağcıların bırakıp gittiği zamana kadar Çam Dağı’nda yalnızlığı tercih eden Bediüzzaman’ın “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayına değişmem” dediği dağların en yüksek tepelerindeyiz…

İçimizde maziden kalan hatıraların sevgi hâlesi, hissi, heyecanı daha yüksek zirvelere tırmandı. Gür ormanda çam ağaçlarının üstünden Eğirdir Gölü’ne, tarlalara, bağlara, bahçelere kuş bakışı tarassut ederken, kulaklarımız kuş sesleriyle şenleniyordu. Eylül’ün güneşli havasında, çam kokusu ile esen rüzgârın tatlı serinliği yanaklarımızı okşuyor, içimizi ferahlatıyordu. Yüksek tepenin üstünde, göle nazır, Üstadın nazarıyla temaşa ve tefekkür ettiği mekânlara bakıyoruz. Gökyüzünün mavilikleri üstünde yüzen bulutlardan ufuklarda kar yığını gibi berrak, beyaz bulutların üstünde gibi hissediyoruz kendimizi. Hoş, tatlı, latif hisler, hayaller, hülyalarla sanki rüyada gibi bizi hafifletip dinlendiriyordu.

Çam Dağı’nda ders
Metin kardeş, gür sesiyle Dördüncü Mektubu okumaya başladı. “Aziz kardeşlerim; Ben şimdi Çam Dağı’nda, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde, bir menzilde bulunuyorum. İnsten tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim…” Sıcak ve samimî ifadeleri Üstadın kendi sesinden dinliyor gibi, sohbetin, özlemin, Kur’ân hizmetinde istihdam edilmenin, Rahîm ve Hakîm isimlerine mazhar olma hakikatlerini tefekkür ederek kuşların terennümleriyle dinledik. Dersin sonunda, eşiyle Nur menzillerini ziyarete gelmiş bir arkadaşın herkese çay ikramı ile Çam Dağı, Yıldız Sarayı’ndan üstünlüğünü gösterdi.

Üstadın bir hatırası
Üstad Hazretleri, talebesi Marangoz Mustafa Çavuş ile Çam Dağı’ndan beraber dönerlerken evcil olmayanlarla dostluk kurduğu “Vuhuşa ünsiyet” tabir ettiği büyük, küçük kuşlar, üstlerinden uçarak takip etmişler. Barla’ya yaklaştıklarında Üstad, kuşlara dönerek mendilini çıkarıp sallamış. Bu selâmlamadan sonra kuşlar dönüp gitmişler.
