Baharın güzellikleri bütün haşmetiyle kendini göstermeye başlamıştı.
Her tarafta zengin nimet sofraları, rengârenk gül desteleri, çiçek buketleri gibiydi. Her canlı haşir meydanı gibi yeniden canlanıp uyanıyordu. Yaşlı bir ağacın siyah dalı üzerinde küçük bir filiz şeklinde anne rahminden doğar gibi güzümüzü açtık. Etrafımıza bakınca dalları kaplamış çiçeklerin bembeyaz renkleri ve güzel kokuları bizi karşılamıştı. İçimizi ferahlatan tebessümle gülümsüyorlardı. Kar tanecikleri gibi beyaz, süslü, ziynetli, nakışlı ve kelebekler gibi desenleri vardı.
Aynı ağacın dallarında, kollarında beyaz çiçeklerle biz yeşil filizler, rüya gibi mutlu, çocuklar gibi şendik. Gökyüzünün mavi derinliklerinden güneş ışıltıları çiçeklere yansıdıkça güzellikleri bizlere de aksediyordu. Rüzgâr dalları beşik gibi salladıkça tatlı bir ihtizazla ferahlardık. Yağmurun kristal damlacıkları üstümüze serpildikçe yüzümüz güler, neşelenirdik. Nefes aldığımız hava zerrecikleri içimizde okşar gibi dolaşırdı. Baharla birlikte yeni bir âleme, yeryüzüne sevinçle adım atmıştık. Geceleri yeryüzü kararınca asumanda yıldızların ecramına bakar, mehtabın endamını seyrederdik. Yıldızların ışıltılı kıpırtılarını, şirin konuşmalarını dinler, beraber zikrederdik…
Her gün biraz daha büyüdükçe etrafımızda nizam içinde doğan, uyanan, büyüyen canlanan mahlûkatı temâşâ ederdik. Hepsi de ölçülü, sanatlı, ordu misal intizamlı, güzel yaratılmışlar. Yiyecekleri veriliyor, arzuları biliniyor, ihtiyaçları karşılanıyordu. Ağacın sert, siyah dallarından ve kuru kabuğundan tül gibi zarif çiçekler açmış, bizlere gülümsemişti! Filizden yaprak oluncaya kadar vücudumuzda meydana gelen damarlar, sinirler, renkler, ölçülü şekiller, değişiklikler rastgele olacak şeyler değil…
Bizleri hiçten, yoktan yaratan, güzelliklerle süsleyen, sanatlara bezeyen, nimetlerle donatan, ihtiyacımızı bilen, arzumuzu işiten Rabbimize şükrümüzü unutmayız. Her daim “Lâ İlâhe illa hu” (Ondan başka hiçbir ilah yoktur.) diye Allah’ı zikrederiz. Bize ziyarete gelen arılar, böcekler, kelebekler, kuşlar aynı zikri, şükrü, ilahileri söyler. Mahlûkat her an aşkla, cezbe ile ve cuş u huruşla, huşuyla Allah’ı tesbih ederler… Her bir çiçek, meyve, yaprak birer mektuptur, mühürdür. “…O ağaç mektubuna, çiçekleri adedince mühürler ve meyveleri sayısınca imzalar ve yaprakları miktarınca turralar basılmış.”
Bizler biraz gelişince beyaz çiçekler, veda edip uçuşmaya başladılar. Görevini yapan, ömrünü tamamlayan yerini tomurcuklara bırakıp gidiyordu. Yerinde kalan, dönüp bakan yoktu. Rüzgârın esmesiyle ağacın altına kar taneleri yağmış gibi çiçekler inmişti. O zaman bu dünyada her şeyin geçici olduğunu anlamıştım. Ya Baki, entel Baki dedim.
Gelinlik gibi beyazlıklar gitmiş, yemyeşil bir ağacı kuşatan, süsleyen, şekillendiren yeşil yapraklar oluvermiştik. Aramızda meyve tomurcukları şekil almaya başladı. İnce, nazik, zarif, latif damarlardan, yollardan topraktaki gıdalar, erzaklar yüksek dallara nizam içinde taşınıyor, bizlere ulaştırılıyordu. Şekerler, şuruplar meyve tulumbacıkları olarak arz-ı endam ediyorlardı. Bu işleri, ince sanatları, zarif işleri, güzel şekilleri, renkli, kokulu, tatlı, lezzetli meyveleri ağaçlar ve bizler yapamayız. Bizler gibi ay, güneş, toprak, hava, su, insan… Her şey aciz.
Rabbimin yeryüzünde isimleri renklerle, güzelliklerle, rızıklarla tecelli ediyordu… Her tarafta ibretli, hikmetli, delilleri, mucizeli mektupları, bereketli nimetleri, sanatlı eserleri erzak vagonu gibi yeryüzünü doldurmuştu. Beraber yaşadığımız meyveler güzelleşmiş, olgunlaşıp kırmızı renge bürünmüşlerdi.
Hasat zamanı gelince onlar da Besmeleyle sepetlere toplanıp gittiler. Hazan mevsimi ayrılığı hatırlatıyordu. Her yer sarı renge boyanmış, yaşlanmıştık. Terhis haberleri gelmeye başlamıştı. Etrafımdaki yapraklar birer ikişer uçarken “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyât var…” diyorlardı. Çok yaşama arzusu… Biraz ağırdan aldım. Gurur yaptım, gidenlere tepeden baktım. Hışımla gelen sonbahar rüzgarlarıyla savruldum. Gazel olmuş gururlu yaprak, uçup kendini kara toprakta buluşmuştu. Dünya fani, hayat yalan, ölüm gerçek olduğunu şimdi anladım…