"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Trafik cezası

Nihal Balcı
05 Ekim 2019, Cumartesi
Bir sabah erkenden müdürümün âcilen çağırmasının hemen ardından kendimi cep telefonumu mahkeme kapısının önündeki memura teslim ederken buldum.

Fairfax’de trafik cezası yemiştim ve uzun boylu polis elime mahkeme kâğıdını tutuşturmuştu. Daha önce hayatımda hiç mahkemeye gelmemistim. Şu anda da bu kalabalığın içinde yalnızdım. Arka sıralardan birine oturdum ve beklemeye başladım. Hoparlörlerden yapılan duyuru trafik suçları dolayısıyla gelenlerin, birkaç duruşmanın ardından alfabe sırasına göre isimleriyle çağrılacağını anlatıyordu. Bir dakika… Benim kalbim normalde bu kadar hızlı atmaz aslında… Gardiyanların arka kapıdan hapishane kıyafetleriyle getirdikleri, ayakları zincirli kadın mı, yoksa hikâyesi mi tansiyonumu yükseltti acaba? 25 yaşındaymış, 5 yıldır sokakta yaşayan bir bağımlı imiş, ormanda yatıp kalkıyormuş. Dinledikçe gerginliğim artıyor mu ne? Yoksa esas beni heyecanlandıran biraz sonra herkesin önünde ayağa kalkıp o korkunç soruyu cevaplamak zorunda olmak mı?

“Suçunuzu kabul ediyor musunuz?”

Aman Allah’ım? Ne desem?

Sanki gözümü bir kırptım, tekrar açtığımda bir Amerikan filmindeyim. Nasıl kurtulabilirim bu işten? Polis elindeki radarı bana göstermişti. Üzerindeki rakamlar gözümün önüne gelince kalbim daha da hızlandı. Arkadaşımın eşinin buna benzer bir durumdan sonra üç gün hapse girdiği de aklıma gelince soğuk bir ter dökmeye başladım. Ve işte o an gelmişti… hâkim ismimi söylüyordu. Ayağa kalktım. Salon oldukca kalabalık ve herkesin gözü benim üzerimde. Soruyu da sordu. Ne diyeceğim ben şimdi? Acaba radar bozuktur mu desem?

Nihayet kendime geldim. Ve sonunda dürüstçe o sabah neler olduğunu hâkime anlattım. Diğer tarafta, soldaki podyumda ise beni yakalayan polis vardı. Hâkim ona dönerek sürücü kayıtlarımı sordu. Memur ona benim için “Artı bir” dedi.

“Hay Allah! Bu ne anlama geliyor şimdi?” derken, uzun lâfın kısası, hâkim beni affetti. “Artı bir” olmak iyi bir şeymiş. Hürce burdan çıkabileceğim…Kelepçe de yok… Çok şükür!

Dış kapının önünden adımımı atar atmaz soğuk hava yanaklarıma çarpıyor. Derin bir nefes alıp kendime, rahatlayıp artık gerçek hayata dönmeyi telkin ediyorum. Sonra düşünüyorum: “Ölümden daha gerçek bu dünyada ne var?” Öncelikle, her gün olan bir şey, daha doğrusu her dakika, milyonlarca kere. Ve asıl gerçek şu ki, ben de öleceğim. Bilmiyorum nerde, ne zaman ve ne şekilde. Ama kesin bildiğim şu ki bir gün yeni bir dünyaya doğmak için öleceğim ve gittiğim yerde ilk yapmam gereken şey de bazı sorulara cevap vermek olacak. Sorgulama olmaması ihtimali var mı? Kanun ve kurallarla idare edilen bu ülkede ufak bir kuralı çiğner çiğnemez kendimi mahkemede buldum, hiç bu kocaman, kalabalık, mükemmel kâinat kanunsuz ve kuralsız olur mu? Ve dahası, o kurallara uymayanlara hiç sorgu sual yapılmaz mı?

10 dakika önce basit, tek bir soruyu cevapladırmaktan çekinmiştim, belki de ölümden değil, bu sorgulamadan korkuyorum. Bir trafik cezası 3-5 gün hapis korkusu için tansiyonum fırladı, bütün hayatımın anbean hesabını nasıl verebileceğim? Bir melek gelip, “Nihal, artı bir,” diyecek mi? Eğer derse, ne güzel olurdu!

 “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye soran adamın kıssası aklıma geliyor. Hikâyeyi bize anlatan Kur’ân, soruya bir sonraki âyette cevap veriyor: De ki: “Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir.” (Yasin, 36: 78-79) İlk ve orijinal bir şey yaratmanın, planlar ortaya çıkıp sonuçlar görüldükten sonra tekrar yapmaktan çok daha zor olduğuna da dikkat çekiyor. Yine düşünmeye başlıyorum. Öldüğüm zaman, sorulara cevap vermem gerektiğinde, hemen orda ve o anda herşeye kadir olan Rabbimiz beni bir tuz kristalinden bile ufak bir parçadan DNA’mı bıraktığım sahnelerle birlikte yaratsa ve sorsa: “Bu günahı işledin mi?”

Kendimi o sahne içinde seyrederken ne diyeceğim? Allah’ın radar ve kameralarının yanlış olma ihtimali var mı? O stress altında konuşup dürüstçe doğruyu anlatabilecek miyim? Yanlış birşey yapmış isem utancımdan nasıl cevap verebilirim?

Sadece ne yaptıklarım değil, beni endişelendiren aynı zamanda “ne yapmadıklarım” da var. Geçmişe bakıyorum, akıllıca kullanabildim mi vakti mi? Yoksa bedava verildi diye, öylesine boşa mı harcayıverdim…

Çekingen bir insanım. Yeni bir mahalleye, okula, şehre alışmak kolay değil benim için. Hiç görmediğim ve alışık olmadığım melekler, ruhlar, zebaniler ve cinlerin olduğu bu yeni dünyada ilk anda tek başıma nasıl idare edeceğim? Ama çok da merak ediyorum öbür dünyayı. Nasıl olacak acaba, hiç sorumluluğu olmamak, işe gitmemek, namaz kılmak oruç tutmak gibi bir vazife olmadan, bulaşık, çamaşır yıkamak gibi bir iş görmeden yaşayıp gitmek...

En azından emin olduğum birşey var. Yeniden doğmak için öleceğimiz o dünyada, hiç yanlış hüküm verilmeyecek. Orada hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmayacak. Ve o güzel Cennet bahçelerinden korkunç Cehennem çukurlarına kadar vadedilen herşey orda olacak. Ama yine de, hazır mıyım? 

Namaz kıldıysam onun bana verdiği sağlıklı beden ile değil mi? Sadâka verdiğim mal zaten onun değil mi? Sanki her yaptığım iyilik için daha yapmadan ücretini almışım gibi… O’nun rızası için küçük birşeyler yapmaya, niyetlerimi halis tutup ihlâslı olmaya çalışsam da kendi yaptığımdan değil, ancak O’nun sevgisinden, O’nun rahmet ve kereminden ümitliyim.

Bu dünyayı bırakıp öbür tarafa gitmek için insanı gayrete getirecek bir şey daha var. İnsanda bilmemekten, tanımamaktan, imkânların el vermemesinden, eğitimini alamamaktan, gençlikten, toyluktan, yaşlılıktan ve daha birçok sebepten bir türlü açığa çıkamayan, kabiliyetler, istidatlar, duygular, zekâ, sevgi ve daha nice adını bile bilemediğimiz ince lâtifeler… 

Beynimizin, kalbimizin çok azını bu dünyada kullanabiliyoruz. Bu potansiyel halde kalmış duygu ve lâtifeler anne karnında sıkışmış bir bebek gibi değiller mi? Onlar da açığa çıkıp inkişaf etmek istemezler mi? Allah hiçbir şeyi boş yaratmadığına göre bunun gerçekleşeceği bir yer yaratmamasını aklım almıyor. Ve bu olduğunda bulunabilecek daha iyi bir yer düşünemiyorum.

Sonunda arabamı nereye park ettiğimi ve sürekli çantamın içindeki kara delikte kaybolan anahtarlarımı buldum. Okula gitmem lâzım. İlk dersi zaten kaçırdım. Planlarımı yetiştirmem için en azından üçüncü derse yetişsem iyi olur. Şanslıyım; hiç trafik yok bu saatte. Yollar bomboş. Önümde de kimse yok. Biraz daha hızlı mı gitsem? Azıcık… Sağ ayağım kaşınmaya başladı… Kim görecek günün bu saatinde bu tenha yerde diye düşünürken, kameralar aklıma geldi ve ayağımı yavaşca geri kaldırdım..

Okunma Sayısı: 2580
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı