Tarif, bir terimin içinde bulunan esaslı karakterlerin belirtilmesidir.
O, ya analiz veya sentez yoluyla yapılır. İçlemi bulunmayan terimlerin tarifi yapılamaz. İçlem bir terimin esaslı karakterlerine denir. Bu verilerden hareketle “Sonsuzluk nedir?” diye soramayız. Çünkü Sonsuzluğun içlemi yoktur ki, onu tarif edelim. Parçalardan veya sayılardan meydana gelmemiştir ki, onu analiz edelim veya bir araya getirip sentezde bulunalım. Sonsuzluk kavramının tarif edilemeyeceği aşikârdır. Peki onu anlamamız mümkün mü? İşaretlerden hareketle kısmen anlayabiliriz. Bu durumda sonsuzluğa işaret eden kavramlar bulmalıyız. Sonsuzluk kayıttan azade olmayı gerektirdiğinden, sonsuzluğa kayıtlarla malul zaman ve mekân kavramları işaret edebilir. Zaman ve mekândan bahsedilince devreye üçüncü bir kavramın girmesi kaçınılmaz olur. O da “hız”dır. Işık hızının aşılmasıyla zamanın ve mekânın da aşıldığı biliniyor. Bu olgu bize bir bakıma eşyanın zaman ve mekânda, sonsuzluğa farazi bir hat çekilerek, görünürlük kazandığını göstermektedir. Söz konusu farazî hat “filmlerdeki ayrıntıyı ortaya koymak için devreye sokulan yavaş çekim” görevi görmektedir. Sonsuzluğu bir parça da olsa anlamaya çalışmak için zaman ve mekân kavramlarını teşrih masasına yatırmak gerek.
ZAMAN VE MEKÂN
Zaman ve mekân birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Esmâü’l-Hüsna’dan olan Evvel ve Ahir isimleri zamanı, Zahir ve Batın isimleri ise mekânı kuşatır. Evvel ve Ahir isimleri Allah’ın Beka ve Kıdem sıfatlarına, Zahir ve Batın isimleri ise Allah’ın Vücut ve Kıyam Bi-nefsihî sıfatına delâlet ve işaret ederler. Bütün bu isimler zaman ve mekân itibariyle değil, varlık itibariyle sonsuzluğa işaret etmektedirler. Bu durumda hem zaman, hem de mekân, kendilerini kuşatan, sonsuz ve sınırsızlığa işaret eden esmâ cevherinden bir öz taşırlar. Bu özü fark eden, ânı, geçmiş ve geleceği içine alacak şekilde bast; mekânı da, tayyedebilir.
Evvel ismi; ezel, Âhir ismi; ebed manasındadır. Bediüzzaman Hazretleri ezel kelimesini izah için “ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil, mazi, hâl ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misaldir” tabirini kullanır. Bu tariften hareketle ebed içinde “ebed, ati silsilesinin bir sonu değil, ati, hal ve maziyi birden tutar, yüksekten bakar bir ayine misaldir” tabirini kullanabiliriz. Bu durumda ezel ve ebedle irtibatlı nitelikli zaman geçmiş ve geleceği anda toplar. Zamanın bu yönüne işaret eden Augustinus’u dinleyelim: “Ne gelecek var, ne geçmiş. Geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman diye zamanı üçe ayırmak doğru değil. Belki şöyle diyebiliriz: Geçmiştekilere ilişkin şimdiki zaman, şimdikilere ilişkin şimdiki zaman ve gelecektekilere ilişkin şimdiki zaman.”
Bediüzzaman Hazretleri de, geçmiş ve geleceği anda toplama, böylece ânı geçmiş ve geleceği de içine alacak şekilde bast etme olgusunu, eserlerinde işler. O, zamanla mukayyet olmayan ruhu maddî gılafından sıyırarak veya cismi ruhun hayat mertebesine çıkararak, geçmişteki Kadir Gecesi’ni, henüz gelmeyen bayramla beraber, bugüne taşımanın mümkün olduğuna değinir.
Zamanla ilgili izahı burada kesip, mekâna geçelim.
Taayyün mertebeleri olan zat, şuunat, sıfat, esma, ef’al ve eser sıralamasında hep Zahir ve Batın isimleri yer alır. Söz konusu isimler bulundukları konuma göre değişir. Meselâ zat ve sıfat arasında yer alan Şuunat-ı Zatiye; zata göre Zahir, sıfata göre Batın konumunda iken, şuun ve esma arasında yer alan sıfat; şuuna göre Zahir, esmaya göre Batın olarak tesmiye edilir. Yine sıfat ve ef’al arasında yer alan esma; sıfata göre Zahir, ef’ale göre Batındır. Aynı hal eser ile esma arasında yer alan ef’al için dahi caridir. Nihayet mekânda zuhur eden eserin dahi mülk ve melekût ciheti vardır. Mülk ciheti Zahir, melekût ciheti ise Batın isimlerinin tecellisidir.
Mekânın kaydı kesafetle doğru orantılıdır. Kesafet arttıkça kayıt artmakta, azaldıkça da azalmaktadır. Yani nuraniyet kesbeden (kesafetten tecerrüt eden) varlık, nuraniyet derecesine göre mekânın kaydını aşmaktadır. Vücut mücerrede yaklaştıkça rüsuh kazanır ve kapasitesi artar.
ZAMAN VE MEKÂNI AŞMAK (ALİCE HARİKALAR DİYARINDA)
Nuraniyet ve rüsuh kesbetmek, ruhun derece-i hayatına çıkmak esasen nefsimizde ve kâinatta tecelli eden Evvel, Ahir, Zahir ve Batın isimlerini fark ve tecrübe etmek demektir. Bunlar ayakları yere basmayan soyut fikir ve düşünceler değildir. Günümüzde tay-yı mekân ve bast-ı zamanı, yani zaman ve mekânın aşılmasını her an herkes yaşamaktadır. Geçmişte mu’cize ve kerâmetle ancak aşılabilen zaman ve mekâna ilişkin kayıtlar, günümüzde yüksek matematik ve fizik sayesinde âdiyattan sayılmaktadır. Çözülen her bir yüksek fizik ve matematik problemleri tay-yı mekânın ve bast-ı zamanın kapılarını bize açmaktadır. “Alice Harikalar Diyarında” isimli masalı yazan ve kendisi de bir matematik profesörü olan Lewis Carroll’un, Alice’i harikalar dünyasına göndermek üzere içine attığı tavşan deliği, aslında mücerret âlemin kapılarını bize açan birer matematik ve fizik formülüdür. Bugün için bilişim üzerine kurulu bankacılık işlemleri ile internet ortamı yüksek fizik ve matematiğin eseridir. Söz konusu bankacılık işlemleri ile anında dünyanın herhangi bir ucundan diğer ucundaki bir yakınımıza para transfer etmek için çocukça bir beceri yeterlidir. Yine internet ortamında beş-on yıl önce meydana gelen bir hadiseyi bütün ayrıntılarıyla izlemek, soyut internet ortamında sonsuz bilgiyi herhangi bir maddâ mekanâ ihtiyaç duymaksızın depolamak, depolanan bilgiye ulaşmak için parmaklarımızı şıklatmak yeterlidir.
SONUÇ
Tarif edilemeyen sonsuzluğu bir parça olsun anladık mı? Sadece sonsuzluk içerisinde zaman ve mekânla oluşturulan farazi hat dairesine yansıyan gölgeler üzerinde edindiğimiz tecrübeden bahsedebiliriz. Bu tecrübemizle inşâallah, mücerred âlem olan ahirette, büsbütün şaşırmayarak, “benzerlerini dünyada bizde tecrübe etmiştik” diyebiliriz.