Brexit’e sevindiğimizi, okuyucularımız hatırlayacaklardır.
Devekuşu misali, yalnızca AB’nin imkânlarından istifade eden, parasını Küreselcilerin korumasında tutup Euro’ya dahil olmayan ve bu barış ittifakının ruhuna ters siyasetlerde bulunan İngiltere, nihayet AB’den ayrılıyordu. Bundan böyle, birliği menfaatlerine ve hırslarına alet edemeyecekti. Yanılmışız… Neoliberallere beşiklik yapan bu meş’um hükümetin, DAVOS üzerinden Neoconlarla ittifakını kuvvetlendirerek dessas siyasetiyle çatışma ve kaos planlamaya devam edeceğini, AB içindeki Hollanda’yı ve Danimarka’yı kullanacağını, ve zayıflayacağından dolayı Körfez üzerinde eskisi kadar etkili olamayacağını düşünmüştük. Hatta Bediüzzaman’ın bir-iki mektubuna istinaden zillet sürecine gireceğini geçmişte yazmışız. Dedik ya, yanılmışız.
Britanya’nın NATO ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki kuvvetini biliyorduk. Zira diğer üye ülkelerinin İngilizlere bu denli teslim olmayacaklarını düşünerek, tahribatını küçümsemiştik.
Önceki kargaşalarda, İngilizlerin küreselcilerin önemli bir aktörü olduğu, ABD’nin yeni hükümetiyle giriştiği kavgayla anlaşılmış oldu. Biden zamanındaki İngiltere, her meselede karar mercii sayılırdı. Trump’ın globalci sermayeye açtığı savaşla İngiltere, bilmecburiye Amerika karşısında konumlandı. Donald Trump’ın Kanada, Grönland ve hatta Panama çıkışlarının hedefinin Londra olduğunu, daha önce söylemiştik. Çin’deki büyük global sermayedarlarla iç içe olan İngiltere, Şanghay-Londra yolunu bilinçli olarak döşüyordu. Sermayeden ve Pentagon’dan yana global yürüyüşün önünde mani görmeyen İngilizler, Çin’i de kontrollü bir şekilde yanına almıştı. AB ile Çin’in birlikteliğini sağlayan ülkenin Almanya değil İngiltere olduğunu Avrupa kamuoyu pek bilemez.
Bugünkü yazımızın mihveri, Stoltenberg’ten sonra, Türkiye’nin de kabulüyle NATO sekreterliğine seçilen Eski Hollanda başbakanı Mark Rutte… Yukardaki bilgilerle, Rutte’nin, İngilizlerin adamı olduğunu ihsas etmeye çalıştığımızı zannedeceksiniz. Sekreterin beklediğimizden daha derin olduğunu, zamanımızdaki devletleri esir almış global cereyanlara ait sermayenin mahiyetini araştırdığımızda anlıyoruz. Global hegemonya istikametinde hareket halindeki McKinsey, Goldman Sachs, Rothshild, Rockefeller gibi savaş lobisi sermayedarlarının adayı olarak Rutte’nin NATO’ya getirildiğini rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Helmut Kohl ile AB’ye ihanete başlayan Avrupalı Neoliberal liderler, Sarkozy ve Merkel dönemlerinde bunu aşikâre ettiler. Sarkozy’nin Akdeniz İttifakı Projesi ile Merkel’in AB ekonomisini çökertmeyi, Macron ile von den Leyen devam ettirdiler. Avrupa Birliği’nin, küresel savaşçı Marksistlerce son çeyrek asırdaki kuşatılışının mahiyetini anlamak hiç de kolay olmuyor.
Ahirzaman’daki küresel sınıf savaşının mahiyetini nazara almadığımızda, dünyayı ihtilâllerle sosyalist/komünist yapmaya çalışan hürriyet/demokrasi karşıtlarıyla hürriyetçi millî blokların mücadelesini de anlayamayız. Bu mücadelenin temelinde, “Hür Dünya”ca kurulmuş Avrupa Kömür-Çelik Birliği ile NATO’yu da anlayamayız. Enternasyonalci Marksistlerin NATO’ya bakışıyla aynileşen Siyasal İslâmcıların ve ırkçıların durdukları yeri de anlayamayız.
Zira projeyi, demokrasi münâfıkları olarak gördüğümüz Neoliberaller çok ince ve derinden yürütüyorlar. Bunun son örnekleri, Ukrayna-Rusya Savaşı ile, İsrail’in Pentagon desteğinde İran’a saldırması oldu. Bilhassa Ukrayna’da –ki savaş üç senedir devam ediyor– önceki NATO sekreteri Stoltenberg’in (eski Norveç başbakanı) harika siyasetiyle Pentagon’daki ve diğer Avrupa’daki Neoconlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı bir türlü başlatamadılar (kimilerine göre bu savaş 11 Eylül ile başladı). Endişemizin, Stoltenberg’in yerine, savaş lobisinin ve Neoconların desteğini alan Mark Rutte’nin gelmesi olduğunu anlamış oldunuz. Danimarka-Hollanda-İngiltere üçlüsü, Arap Bahar’ında, Merkozylerin (Merkel/Sarkozy) desteğiyle de Rassmussen ile Libya’yı dağıtmışlardı. Yine NATO ordularının Afganistan’a gidişlerine de Troçkicilerle (Kissinger) İngilizler öncü olmuşlardı.
Bu meseledeki tek tesellimizi de arz edelim… Enternasyonalcilerle Neoliberallerin mahiyetlerini yakından bilen ve onların vücutlarını kendi varlıklarına zıt kabul eden “Millî Devletler Bloku”, dünyadaki gidişatın farkındalar ve tedbir almaya çalışıyorlar. Rusya, ABD, İran, birçok Arap ülkesi, çoğu Latin Amerika hükümeti, Bazı AB ülkeleri ve –şimdilik kuvvete tâbi olan– Türkiye, bilmecburiye Küresel Marksistlerle savaşmak durumundalar.
Bizim temennimiz; savaşların olmaması, komünist blokun tahriplerinin durdurulması ve zahiren AB içinde bulunan Rutte gibi demokrasi münâfıklarına dikkat edilmesi…