Âlâ-yı vâlâ ile ilân edilen “süreç”in sırf siyasî oyunlar uğruna istimaliyle millete mal edilemeyip “toplumlaştırılamaması” üzerine yeni yeni garabetler sergileniyor.
Her ne kadar daha sonra “bütün vatandaşların devlet imkânlarından eşit yararlanması” olarak açıklansa da Bahçeli’nin son “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt, diğeri Alevî olsun” çıkışı, “kimlikler ve kökenler üzerinden devletin bölüştürülüp paylaştırılması” vahametini hatırlatmasıyla toplumdan ciddi tepkiler aldı.
Gerçek şu ki emperyal ecnebîlerce cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, meclis başkanlığı ve yardımcılıklarının hatta genelkurmay başkanlığının -işgalin ardından- Irak’ta “Sünnî Arap”, “Şiî Arap”, “Sünnî Türkmen”, “Şiî Türkmen”, “Kürt” olarak kategorize edilerek dağıtılması; veya Lübnan’daki gibi “Müslüman,” “Şiî,” “Hıristiyan,” “Marunî” ayırımı, bu ülkelerde sonu gelmeyen derin bir kargaşaya yol açacak. Bu yüzden etnisite ve mezhebî farklılıklarla toplumun bloklara dilimlenmesine “Iraklaşma fitnesi” ve “Lübnanlaşma sendromu” deniliyor.
“LİYAKAT, EMANET VE İŞİN EHLİ…”
Zira bununla da kalmıyor; devlet makamları, bürokrasi, ülkenin petrol-doğalgaz ve maden yataklarının işletilmesi gibi yeraltı ve yerüstü kaynakları da etnik ve mezhebî yapılara göre peşkeşle daha baştan ülke ve millet bölünmeye teşne hale getiriliyor; “ecnebîlerin parmak karıştırmasına zemin hazırlanıyor.”
Vatandaşlar ırkları ve inançları üzerinden kodlanıyor; insanlar peşinen “imtiyazlı”, “yarı imtiyazlı”, “az imtiyazlı” olarak kategorize edilerek milletin birlik ve beraberliği parçalanıyor. Toplum sürekli kaşınıp kanatılarak iç çatışmalara tahrik edecek iftirak virüsü enjekte ediliyor.
Bundandır ki sözkonusu öneriye göre Türkiye’de “Cumhurbaşkanı Sünnî Türk, yardımcılarından biri Kürt, diğeri Alevî” olacaksa, ülkedeki diğer unsurların ve mezheplerin durumunun ne olacağı soruluyor. “Milyonlarca Kafkas kökenli vatandaşlara ya da Lazlara kaç bakanlık verilecek veya Iğdır’dan, Kars’tan İstanbul’a büyük bir yekûn tutan Caferîler’e bazı genel müdürlüklerin verilmesiyle mi kalınacak; kimler devletten ne kadar ‘pay’ alacak?” istifhamlarıyla ülkenin bütünlüğü ve milletin birliğine dinamit sokuluyor.
Oysa insanî bakışta ırklara, gruplara, aşiretlere göre değil, vatanların eşitliği esas alınır. Kişinin kökeni, mezhebi değil, liyakati, başarısı esastır; vatandaşların kimliklerine bakılmadan millet iradesinin tecellisiyle insanlar bir hizmet aracı olan yönetime seçilir, bürokraside yer alırlar.
Esasen İslâm’da da esas olan liyâkattir. Kur’ân’da ibadetle ilgili ayetlerde “Ey mü’minler!” diye hitap edilirken, temel haklara ve hukuka, idareye, muamelâta dair ayetlerde “Ey insanlar!” hitabının anlamı budur. Bundandır ki ayetler ve hadislerde her hak sahibine hakkının verilmesi, yakın, akraba, hısım gözetilmeden herkese eşit davranılması; bilgisine, becerisine, istidadına, ihtisasına, kabiliyetine göre işin ehline verilmesi emredilir.
Bu bakımdan Hz. Ebubekir gibi en seçkin Sahabîlerin de katıldığı Zatü’s-Selâsil Gazvesinde Peygamberimizin daha yeni Müslüman olmuş, fakat harp sanatını iyi bilen Amr İbnü’l-As’ı kumandan tayin etmesi ve vefatından kısa süre önce Suriye’ye yapılacak sefere bütün Sahabeler arasından Üsame Bin Zeyd’i kumandan tayin etmesi bunun en bariz misalleri olarak gösterilir. (Mehmet Kırkıncı, mehmedkirkinci.com, “Emaneti (işi) ehline vermek nasıl olur?)
Keza Peygamberimizin (asm) Mekke’nin fethi günü Kâbe’nin perdedarı olan henüz Müslüman olmamış Osman İbni Talha’dan Kâbe’nin anahtarını alıp ziyaretten sonra tekrar aynı aileye vermesi ve “ona yardımcı olunuz” diye buyurması, vazife tevdiinde maharete önem verilmesi gerektiğinin dersidir.
Nitekim “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa: 58) ayetinin tefsiriyle Peygamberimizin (asm) “Emanet kaybedildiği zaman, yani işler ehli olmayanlara verildiği zaman kıyameti bekleyin…” (Buharî, İlim 2) hadis-i şerifinin izahı budur. (agy)
ÇARE ANAYASAL VATANDAŞLIKTA
Çare, tefrikaya götüren “kimlikler” üzerinden ayrıştırmada değil, demokrasi, hukuk, temel hak ve hürriyetler ekseninde eşitliği esas alan “anayasal vatandaşlık” olarak da tabir edilen “vatandaşlık” esasında.
Bediüzzaman’ın “Ey ebnâyı vatan [vatan çocukları], ihvân-ı vatan [vatan kardeşleri]” ifadeleriyle “vatandaşlık esası”nı nazara vermesinin de manası budur…