Bediüzzaman’ın, Osmanlıyı dağılmaya götüren süreçte önemli rol üstlenen siyasî kulüpler ve muhtariyet talepleri için dile getirdiği endişeler, günümüzde seslendirilen eyalet veya federasyon sistemi gibi formüller için de geçerli.
İşin garibi, bilhassa eyalet ve federasyon fikrinin Güneydoğu özelinde gündeme gelmesine, bölgede terörle mücadele gerekçesiyle 12 Eylül-Özal yapımı OHAL bölge valiliği sisteminin yıllarca uygulanması da hatırı sayılır katkılarda bulundu.
Oysa Türkiye’nin yapması gereken, bölünmeyi çağrıştıran eyalet, federasyon veya özerklik gibi formüller yerine, merkezdeki istibdadı etkisiz kılıp hukuk temelinde tam ve eksiksiz bir demokrasiyi güçlendirmek, devleti tahakküm aracı olmaktan çıkarıp hizmet devleti haline getirmek, merkeziyetçi yapının bürokratik ağırlığını azaltıp müdahaleci devlet anlayışına son vermek, devlete çağdaş normlara uygun şekilde demokrasi ve hukuk prensiplerine göre işleyen düzenleyici bir işlev kazandırmak ve bunları sadece belli bir bölge için değil, ülkenin tümü için uygulamak gibi reformlar olmalı.
Bu noktada, zaman zaman gündeme gelen “Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’nin Türkiye’ye ilhakı” gibi fikirlere de itibar etmemek gerekir.
Hele şu şartlarda böyle bir konu, Türkiye için tehlikeli bir tuzaktan başka birşey olamaz. Çünkü oralardaki oluşumlar İslâm dünyasını parçalamayı hedefleyen BOP çerçevesinde dış güçlerin ve İsrail’in hesapları istikametinde şekillendirildi.
Kuzey Irak’taki özerk Kürt yapılanmasından Bağdat da rahatsız. Nitekim bu rahatsızlık bilhassa petrol paylaşımı kavgalarında zaman zaman açığa vuruluyor. Irak yönetiminin Türkiye tarafından yapılan sınırötesi operasyonlara yönelik tepkilerinde de.
Gelinen noktada Kuzey Suriye’ye de taşınma merhalesine gelindiği gözlenen federe ve özerk yapıyı Türkiye’ye entegre etme gibi bir konunun gündeme getirilmesi, aynı yapıların Güneydoğu odaklı olarak Türkiye’ye de taşınması, petrol kavgalarına bizim de bulaştırılmamız, Bağdat’la, Şam’la ve bütün Arap âlemiyle ilişkilerimize yeni sorunların eklenmesi gibi sıkıntılı sonuçlar doğurur.
Türkiye bu tuzağa düşmemeli, onun yerine Irak ve Suriye ile 1950’lerin Bağdat Paktı’na benzer bir ittifakı yeniden ihya etmeye çalışmalı.
Ve işgal sonrasında Irak’ta, ardından iç savaş ve Baas rejiminin çökmesi sonrası Suriye’de oluşan yapıların bu pakt ile öngörülen modele uygun hale getirilmesine katkı sağlamak için gayret etmeli.