Bir kaç defadır, epey bir haftadır, bir kaç mail alıyorum, tanımadığım, kendisini, güya “Kemâlist Deist” olarak tanımlayan birisi tarafından…
Güya bazı önemli “sorularına”, hem de buna bağlı, asıl şu “sorunsalına” cevap arıyormuş…
Epey sayıda bir âyetleri “sloganvari”, kendince, büyük bir ustalık zannettiği şu bildiğimiz “cımbızla” aradan şöylece çekerek, yani “bağlamından” (siyâk-sibâkından) kopararak, peş peşe, ardı sıra sıralayarak, “Allah, böyle de yapar mı, şöyle de yapar mı; şunu da, bunu da yapar mı; insanı Cehennem’e atar mı, haksızlık yapar mı, aşağılar mı?...” v.s. gibi epey bi’ “hezeyanlarda” bulunmuş…
Kimseden, tatmin edici bir cevap alamadığını, tıpkı bir Kırkpınar güreşçisi edasıyla, kendisini ikna edecek -ya da ilzâm edecek- tatminkâr cevap verecek “Müslüman Bir Babayiğit” aradığını, düellovarî ilân, hem de ifade etmiş…
Düşündüm…
Hem de merak ettim: Vatandaşımızın asıl şu maksadı, niyeti, acaba gerçekten üzüm yemek mi; yoksa “bağcıyı” hem de “bağbânı” dövmek mi, diye…
Çünkü bir Deist’in, “Kur’ân Âyetlerini yanlışlamak” gibi ne bir “misyon”, ne bir “görev”, ne de bir “sorumluluğu” olduğunu bilmiyorum…
Yoksa, kerâmeti kendinden menkul şu Deist’in, Kemâlizm Sosu’na bulandırılmış şu “yeni” versiyonu mu, ona bu Kur’ân Âyetlerini “yanlışlamayı” emrediyor; onu da merak ettim doğrusu…
Cenab-ı Hakk’ın, hem Zâtî, hem de Sübûtî Sıfatları var Kur’ân-ı Kerime göre;
Vücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdâniyet, Muhâlefetu’n-Lilhavâdîs ve Kıyâm Binefsihi,
Hem de, Hayat, İlim, Sem’, Basar, İrâde, Kudret, Kelâm ve de Tekvîn olmak üzere…
Şu “Deist’in Tanrısı”na şöylece bir bakınca, diğerlerinin hepsinin eksikliği bir yana, meselâ “Kelâm” sıfatı olmadığı için “Kutsal Kitap ve Vahiy” kavramı mümkün değil,
Öyle olunca, mantıksal olarak;
Bir Peygamber’den/Peygamberler’den söz edilemez..
“Uyarıcı”, hem de “Müjdeleyici” olmayınca “İmtihan” olmaz; olamaz...
“İmtihan” olmayınca; ne Mükâfat, ne de Mücâzat/Cezâ Günü mümkün değil…
Mükâfat, hem de Mücâzat/Cezâ Günü olmayınca,
Haşir/Mahşer’in olmasına imkân, hem de gerek yok…
Cennet, hem de Cehennem mi dediniz;
Şu Deist’imize göre, onlar da tamamen imkânsız, hem de meçhul…
Velhâsıl, şu Deist’imizin “Tanrısı”nın son hâli; hem işitmiyor, hem görmüyor, hem konuşmuyor, hem de iradesi yok..
Yani –tabirimi hoş görün- tamamen “entübe” edilmiş bir Tanrı…
Tam da, Üstâd’ın, 17. Lem’â’da, Dördüncü Nota’da, şu “İkinci Avrupa”ya hitap, hem de tarif ederken söylediği, “Seni bu hataya atıp, bu vartaya/tuzağa düşüren, bir gözlü dehândır; yani hârika, menhûs zekândır..” ve devamında, “O kör dehân ile, her şeyin Hâlık’ı olan Rabbini unuttun, mevhûm bir tabiata isnâd ettin; âsârını esbâba verdin.. O Hâlık’ın malını, bâtıl mabûd olan tâğûtlara taksim ettin…” şeklinde, hem tesbit, hem teşhis, hem de özetlediğine karşılık gelecek bir “Tanrı” anlayışı aslında şu Deizm…
“Kemâlizm” Sosu’na gelince, vatandaşımız tarafından referans verilen, hem de zahîr kılınan/yaslanılan, çoğumuzun yanlış bildiği üzere, taraftarlarınca, Hz. Ali’ye âit olduğu işaâ edilen, ondan naklen söylenildiği iddia olunan, şu “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir, fendir.” sözü ve devamı, aslında, Pozitivizm’in kurucusu Auguste Comte’den ilhâmen söylenilmiş bir söz..
Çünkü o, en büyük başarısını, hem de zaferini ilân ederken, adeta müjde verircesine “Dini (Hıristiyanlığı, özellikle de Katolik Mezhebi’ni kastederek) tahtından indirdik; artık o tahtta sadece “bilim” var.. Bilim, “her şeyin” ölçüsüdür…” demiştir.
Nükte:
Oflu Hoca’ya sormuşlar:
- Hocam, Almanya’da Friedrich Wilhelm Nietzsche birisi çıkmış, “Tanrı ölmüştür.” Diyor; bu konuda ne dersiniz?!...
Oflu Hoca, hiç duraksamadan cevap vermiş:
- Tanrı öldüyse, Allah rahmet eylesun...