CUMHURİYETİN 102. YILI KUTLANIRKEN BEDİÜZZAMAN'IN MÜCADELESİNİ VERDİĞİ, HAYATININ GAYESİ YAPTIĞI, "ADALET-İ MAHZA" VE "HÜRRİYET-İ ŞERİYYE"NİN TATBİKİNDEN ÇOK UZAĞIZ.
Risale-i Nur'dan: Cumhuriyet ki adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir
Bediüzzaman'ın Cumhuriyet mücadelesi
Asıl cumhuriyetçiler dışlandı
Said Nursî'nin Cumhuriyeti başka, M. Kemal'in Cumhuriyeti başka (1)
Çağımızın Kur'an Tefsiri Risale-i Nur Külliyatını daha yakından tanıyalım?
Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Karadaği: Ümmet, Bediüzzaman'ı dinleseydi bu perişan vaziyete düşmezdi
ÖLÇÜLERİNİ ASR-I SAADETTEN ALDI
Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursî, hakikî Cumhuriyetin adalet, meşveret ve hürriyet esaslarına dayandığını belirterek, “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” demişti. Onun anlayışında Cumhuriyet, ruhu şeriattan olan, iman ve ahlâkla güçlenen bir fazilet rejimiydi. Dört büyük halifenin aynı zamanda reis-i cumhur olduklarını belirterek, "Zira hakaik-ı meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı [çıkartılmasının] mümkün olduğunu dava ettim" demişti.

HER DÖNEMDE İSTİBDADA KARŞI ÇIKTI
BEDİÜZZAMAN, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in temelinde yer alan “meşveret”i, Kur’ân’ın emrettiği bir esas olarak değerlendirdi. O, keyfî saltanatın zulmüne karşı, milletin söz hakkına dayanan demokratik yönetimi savunuyordu. Risale-i Nur’da, “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar hârika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlûb düşebilir.” diyerek, millet iradesinin esas alındığı Cumhuriyet anlayışını savundu.
"BEN DİNDAR BİR CUMHURİYETÇİYİM"
Bedİüzzaman Said Nursî, Cumhuriyet’in sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda adalet, hürriyet ve meşveret esaslarına dayanan bir ahlâk rejimi olması gerektiğini vurgulayan bir mütefekkirdi. Onun gözünde hakikî Cumhuriyet, iman ve ahlâk temelleri üzerine bina edilmeliydi. “Hürriyet, imanın bir hassasıdır” diyerek hürriyetin kaynağını imanda gösterdi. Cumhuriyetin, iman, hürriyet ve adaletle mana kazandığını anlattı.
***
Cumhuriyet, iman, hürriyet ve adaletle mana kazanır
Bediüzzaman, hakikî Cumhuriyetin iman, adalet ve hürriyetle yaşatılacağını ifade etmişti. Bugünün maddî ve manevî buhranları, onun işaret ettiği dindar Cumhuriyet ölçüsünden ne kadar uzaklaşıldığını gösteriyor.

Bediüzzaman Said Nursî, hakikî Cumhuriyetin adalet, meşveret ve hürriyet esaslarına dayandığını belirterek, “Ben dindar bir Cumhuriyetçiyim” demişti. Onun anlayışında Cumhuriyet, ruhu şeriattan olan, iman ve ahlâkla güçlenen bir fazilet rejimiydi. Bugün yaşanan manevî buhranlar, Cumhuriyetin özünü teşkil eden adalet, meşveret ve hürriyet esaslarından ne kadar uzaklaşıldığını ortaya koyuyor.
O, dindar bir Cumhuriyetçiydi
Bediüzzaman Said Nursî, Cumhuriyet’in sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda adalet, hürriyet ve meşveret esaslarına dayanan bir ahlâk rejimi olması gerektiğini vurgulayan bir mütefekkirdi.

Onun gözünde hakikî Cumhuriyet, iman ve ahlâk temelleri üzerine bina edilmeliydi. “Cumhuriyet fazilettir” sözünü kendi ifadesiyle “Ben, dindar bir cumhuriyetçiyim. Çünkü hakikî cumhuriyet, adalet-i mahzayı ve fazîlet-i beşeriyeyi ve meşveret-i şer’iyeyi ister” (Emirdağ Lâhikası) diyerek anlamlandırdı. Bu söz, Bediüzzaman’ın sadece siyasî bir kavramı değil, imanî ve vicdanî bir esası savunduğunu gösteriyordu.

Meşveret, millet iradesinin temeli
Bediüzzaman Said Nursî, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in temelinde yer alan “meşveret”i, Kur’ân’ın emrettiği bir esas olarak değerlendirdi. O, keyfî saltanatın istibdadına karşı, milletin söz hakkına dayanan yönetimi savunuyordu. Risale-i Nur’da, “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar hârika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlûb düşebilir.” (Kastamonu Lâhikası) diyerek, millet iradesinin ve istişarenin esas alındığı Cumhuriyet anlayışını imanla temellendirdi.

Cumhuriyet, iman, hürriyet ve adaletle mana kazanır
Bediüzzaman’a göre din ile Cumhuriyet birbirine zıt kavramlar değildi. “Hürriyet, imanın bir hassasıdır” diyerek hürriyetin kaynağını imanda gösterdi. Ona göre hakikî hürriyet, nefsin heva ve hevesinden kurtulmakla, Allah’ın emirlerine uymakla mümkündü. Cumhuriyet’i, milletin inanç ve vicdan değerleriyle bağdaştığı ölçüde anlamlı gören Bediüzzaman, bu anlayışını tarihî bir örnekle de temellendirdi: “Hulefa-i Raşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kiram elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” İşte bu sebeple Bediüzzaman, Cumhuriyet’i iman, adalet ve meşveret ölçüleri içinde yorumladı; ömrü boyunca bu değerlere sadakatle hizmet etti.
YENİ ASYA - Nurseza PARLAKOĞLU