Bediüzzaman, “Küre-i arz [Dünya] (…) meydan-ı ekberin daire-i muhîtasını [geniş dairesini] çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip mahsulât-ı mâneviyesini ona devrediyor ki, ileride, o meşherde, enzâr-ı nâs [insanların nazarının] önünde gösterilecektir. Demek, yirmi beş bin seneye karib [yakın] bir daire-i muhîtanın içinde, rivayete binaen Şâm-ı Şerif kıt’ası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bast edilecektir [yayılacaktır]. Küre-i arzın bütün mânevî mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına [levhalarına] gönderiliyor; ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek, o mânevî mahsulâtları da gaipten şehadete geçecektir. (…) Demek, küre-i arz bir çekirdek; ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sümbüldür ve bir mahzendir.” (Mektubat, s. 63) demektedir.
Gözümüz, belli dalga boylarındaki ışıkları görebilir. Bu dalga boyları dışındakileri göremez. Bediüzzaman, mahşer için “şimdilik perde-i gayb altındadır” der. Demek ki şu anda Mahşer-i Azam yaratılmış bulunmaktadır, fakat gayb perdesine sarılmıştır ki bizler dünya gözü ile göremiyoruz. Mahşerin merkezi için Şam-ı Şerif kıtası diyor, Şam demiyor. Belki Asya kıtası, belki Şam, bu Mahşer-i Azamın merkezi olacaktır.
Bediüzzaman, başka yerlerde mealen, bir insana Cennette Dünyalar kadar yerler verileceğini söylüyor. Dünya ile Cennet arasındaki muvazene, ana rahmi ile Dünya arasındaki muvazene gibidir. Demek ki Bediüzzaman’ın bu mukayeseleri tam yerindedir.
Şeriatta, cünüp iken saç ve tırnakların kesilmemesinin bir hikmeti de, haşirde İsrafil (as) Sura üflediğinde, vücuttan ayrılan bütün hücre ve zerrelerin toplanacak ve yeni bir vücut oluşturacak olmasındandır. Allah, bu zerreleri kullanmadan da, yeniden bir vücut yaratıp ruhumuza bir elbise gibi giydirebilir. O’nun inşa ve ibda şeklinde yaratmaları, yani yoktan yaratmak veya yaratılan zerrelerden yeni bir varlık oluşturmak, her ikisi de O’nun için çok kolaydır. Bir hadiste “İnsanların dirilişleri ilk yaratılışları gibidir” der. İnsan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Bu hücrelerden yaklaşık saniyede 50 milyonu ölmektedir. Büyüme döneminde, yaratılanlar ölenlerden daha fazladır. 100 yıl yaşamış bir insanın vücudunda, yaklaşık 15 sayısının önüne 16 sıfır koyarsak, o kadar hücre ölmüştür. Haşirdeki dirilişte, bu hücreler ve zerreler tekrar insan vücudunda toplanacağından, kesilen saç ve tırnak gibi kısımlar da eklenirse insanın boyunun metrelerce olması lâzımdır. Peygamberimiz (asm) “Allah, Âdem’i yarattı, boyu 60 zira (40 metre) idi. Cennete gidenler, onun boyunda olacaklar” buyuruyor. Anlaşılan o ki, yeniden yaratılan insan, çok büyük olacağı için, Mahşer meydanı, Cennet ve Cehennem o oranda büyük olmalıdır.
Gaybı Allah’tan başkası bilemez, eğer O kuluna bildirirse, o müstesna olur. Mahşer-i Azamın büyüklüğü ve sınırları hakkındaki bilgi Allah’ın ilmindedir. Mi’rac olayında Peygamber Efendimize (asm) buraları gösterdi ve o da gördüklerinin bir kısmını bizlere bildirdi, bunlardan ve Risale-i Nur’dan faydalanarak bu konuyu akıllara yakınlaştırmaya çalışacağız. Önce, Dünya Mahşer-i Azamın etrafında bir daire çiziyor deniyor. Gezegenlerin yörüngeleri, odak noktalarının birinde Güneş bulunan elips şeklindedir. Elips ve daire, şekil olarak birbirlerine çok yakındırlar. Kaba bir hesaplama ile Dünyanın Güneşe uzaklığının yaklaşık 150 milyon km olduğunu kabul edersek ve buna dairenin yarıçapı dersek, o zaman 2x3x150.000.000 = 900.000.000 km olur. Bu da Dünyanın, bir yılda Güneş etrafında aldığı yoldur. Bediüzzaman buna 25 bin senelik geniş bir daire diyor.
Güneş, sistemi ile birlikte Vega Yıldızına doğru saatte 700.000 km hızla, helezon şeklinde dönerek ilerliyor. Ağacın ortasından alınan silindir şeklindeki kısmına tomruk denir. Güneş, sistemi ile birlikte, Vega Yıldızına doğru devasa bir tomruk oluşturacak şekilde ilerliyor demektir. Tomruğun tabanının çevresi yaklaşık 900.000.000 km’dir. Güneş sisteminin yaşı 5 milyar yıldır. Bir yıl 365 gün, bir günde 24 saat olduğundan, bunların çarpımı 5.000.000.000x 365x24x700000= yaklaşık 3 sayısının önüne 19 tane sıfır koyduğumuz kadar kilometrelik, tomruk boyunca muazzam bir yol aldığını düşünebiliriz. Bediüzzaman’ın bahsettiği sınırları böyle hayal ediyorum.
“Şüphesiz dünya bir mezraadır, mahşer ise bir beyderdir, harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.” (Sözler, s. 140) Yaklaşık bir incir tohumu binde bir gramdan daha küçüktür. Böyle küçük bir tohumdan 2-3 tonluk bir ağaç çıktığı gibi dünya çekirdeğinden de kocaman bir Cennet ve Cehennem çıkabilir.
“Hattâ, Şeyh-i Geylânî, İmâm-ı Rabbânî gibi bâzı zâtların ihbarât-ı sâdıkaları ile, bir dakikada Arşa kadar urûc-u ruhânîleri oluyor. Hem, ecsâm-ı nurânî olan melâikelerin Arştan ferşe, ferşten Arşa kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vardır. Hem, ehl-i Cennet, mahşerden Cennet bağlarına kısa bir zamanda urûc ediyorlar.” (Sözler, s. 932) Bizler zamana bağlıyız, fakat Yaratan zamana bağlı değildir. Vadinin bir yanı geçmiş zaman, diğer yanı gelecek zaman olsun, ayna ile yüksekten bakan birisi, vadinin her iki tarafını birden görebilir. Teşbihte hata olmasın, Allah’ın geçmiş ve geleceği bilmesini bu misalle aklımıza yaklaştırabiliriz.
Bediüzzaman’ın bu ifadesinden anlaşıldığına göre, Mahşer-i Azam kocaman bir ağaç gibidir, bu ağacın bir kısmı bu zamana, bir kısmı gayb âlemine bakıyor. Bizler bu âleme bakan yönü hakkında bir şeyler söyleyebiliriz, fakat gayb âlemine bakan yönünü bilemeyiz. Allah, mazi, hâl ve istikbali birden gördüğü gibi, bu iki âlemde dal ve budak salan bu ağacı, tam olarak O görebilir.
Bu dünya Allah’ın isimlerinin gölgelerinin gölgeleridir. Dirilişte dünyadaki maddeyi nasıl kullanacağını tam bilemiyoruz. Bilmememiz olmamasını gerektirmez. Her şey bizim malumatımıza tabi değildir. O olacak diyorsa elbette olacaktır.