Bediüzzaman, Onbirinci Lema’da, Tevbe suresinin 128 ve 129. ayetleri ile Al-i İmran suresinin 31. ayetini açıklarken, Peygamberimizin sünnetine uymanın iki önemli noktasına işaret ediyor.
Bunlardan birisi minhac-üs sünnet, yani sünnetin yolu, diğeri de mirkat-üs sünnettir, yani sünnete uymanın dereceleridir. Bediüzzaman önce yolun önemini, sonrada bu yolda yürümenin derecelerini anlatıyor. Özü itibari ile minhac-üs sünnet, şeriatın ta kendisi, mirkat-üs sünnet ise, şeriatın özü olan hakikat dairesinde ilerlemenin dereceleridir.
Minhac-üs sünnet: Peygamberimizin uyduğu ve Allah’ın razı olduğu geniş yol veya caddedir. Teşbihte hata olmasın, mükemmel bir oto yol gibi, bu yola girilince kolay kolay çıkılamayacağı bir yol demektir. Bu yol, yani sünnet, İslam’ın yani şeriatın tamamını içine alır.
Peygamberimiz Kur’an’ın muallimidir, muallimsiz bir kitap manasız bir kâğıttan ibarettir. Peygamberimiz, mealen “ilim hocanın ağzından öğrenilir” der. Eğer O olmasa idi bu kâinatın mahiyeti tam anlaşılamaz, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olan bu kâinatın ince sırları bilinemezdi. Allah’ın nasıl razı olacağını tam anlayamazdık. Muallimi devreden çıkartırsak, o zaman okulların bir hükmü kalmaz ve insanlık cehalet karanlıklarına gömülür. İşte İslam’ı anlama noktasında, Hz. Muhammed devreden çıkarılırsa, İslam diye bir şey kalmaz. Şimdi tıp fakültelerinde öğrenciler, muallimleri rehberliğinde tıp kitapları okuyorlar, şimdi birisi, öğretmen olmazsa da olur, evde herkes bu kitapları okusun doktor olsun derse, ne kadar cahillik ettiğini anlarsın. Peygambersiz İslam da bu şekilde olur.
Niçin sünnet ehemmiyetlidir? Çünkü bütün peygamberler ümmetlerini zamanlarının kötülüklerinden korumuş ve ilahi mesajı onlara iletmiştir. Bu zamanda küfür o kadar çoğaldı ki bütün ümmetlerin yaptığı delaletlerin tamamı; bu zamanda fazlası ile yapılmaktadır. Bu sebeple insanların kendilerini korumaları için bu zamanda sünnete sarılmaları gereklidir. Onun için Peygamberimiz mealen, ümmetim fesada girdiği zamanda bir sünnetime sarılan yüz şehit sevabını alır diyor. Buradaki sünnetin manası, yapılsa da olur yapılmasa da manasında değildir, buradaki sünnet, şeriat manasındadır ve İslam’ın ta kendisidir ve şiarlarıdır, yoksa peygamberimiz şu şekilde su içti, bizde böyle yapsak sevap alırız, yapmasak günah almayız manasında değildir. İslam âlimleri dini ilimler usulünde çok derin şekilde bu konuları işlemişlerdir.
Peygamberimiz mealen, size iki şey bırakıyorum onlara sarılırsanız kurtulursunuz diyor. Onlardan biri Kur’an, diğeri Al-i Beytim. Demek ki peygamberimizin sünneti denince, şeriatın tamamı anlaşılır. Hulusi ağabey Bediüzzaman’dan şu dersi aldım diyor, “beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap; ittiba-ı sünnet et, yedi kebairi işleme” dersini vermiştir. (İlk dönem eserleri 524).
İttiba-i sünnet demek, Kur’an ve şeriatın diğer bütün hükümlerini kabul etmek, elden geldiği kadar uygulamaktır. Mirkatü’s sünnet ise yani sünnete uymanın dereceleri. Bir şeyin değeri ile miktarı farklıdır, mesela on ton toprak ile on gram altın karşılaştırılırsa on gram altın daha değerli olabilir. Âlimler peygamberimizin ilmine, tarikat ehli ise ameline varistirler. Mücedditler, yani Bediüzzaman gibi mehdi makamında olanlar, hem ilmine hem de ameline varistirler. Risale-i Nur, işte müceddit makamındadır, hem peygamberimizin ilmine hem de ameline varistir. Bu zamanda Risale-i Nur okumak, eski zamanın mücedditleri gibi insanı maddi ve manevi kemalata eriştirir, makamını yükseltir.
Burada sünnetin dereceleri vardır, ilim adamları değere bakarken, bazı ehli kalp veya tarikat ehli miktara bakıyor. Farz, vacip, sünnet, mübah…. Mertebelerden, ilmi az olanlar, miktara bakıp, hâşâ değersiz değil de, önceliği olan, olmazsa olmazlardan olan sünnetler yerine, ikinci, üçüncü derecedeki sünnetlere değer veriyor ve bilmediğinden etrafındakileri de buna teşvik ediyor. Bu noktada ifrat olursa, münakaşa ve ihtilaf doğar. Peygamberimiz “insanlara anlayışlarına göre hitap et” diye nasihat ediyor. Bu gibi vesveseli kişiler, cehaletlerinden dolayı daha iyisini yapacağım derken daha az değeri olan sünnetler ile uğraşır. Bediüzzaman “ Bazen bir sünnetin aranması, bir vacibi terk ettirir. Bu gibi vesvese ehli itizale layıktır. Çünkü onlar derler ki eşyanın zatında hüsnü var. Sonradan o hüsne binaen emredilmiş. Eğer kubhu varsa, sonra o kubha binaen nehyedilmiş.” (Eski dönem eserleri 125.) Hâlbuki ehli sünnet yolunda, Allah’ın emrettiği güzel, yasakladığı çirkindir. Allah güzeli emreder derken, sanki bir hâkim gibi meclisin yaptığı kanunlara uymak mecburiyeti var gibi, hâşâ Allah güzelliklere uymak mecburiyetindedir gibi bir şey ortaya çıkar. Allah hiçbir şeye tabi değildir, güzellik ve çirkinlik onun emir ve yasaklarındadır.
Sonuç: Akıl ve kalp gözü olan basiret, sünnete uyma derecesinde açılır ve genişler. Onun için akıl, üflenerek şişirilen bir balon gibi, kullanıldıkça genişler. Akıl ve kalbin kullanma kılavuzu şeraittir, sünnete uyulduğu ölçüde akıl genişler basiret açılır. Bediüzzaman mealen sünnetin maddi ve manevi faydalarını sayarken, akıl, açılan bu kapılardan içeri girer, kapılar ve pencerelerden bakarak gördükleri hakikatlerden hayran olur der.